Uzun zaman önce öldü… ama gariptir “ölüm” sözü onun adına uygun düşmez. Ardında kalan, başka herhangi birinde olacağı gibi, temelde tek bir şeydir — davası. Ve bu dünyada hiçkimse şimdiye dek ardında bu kadar devasa bir kalıt bırakmamıştır.
Bu kalıt yaşamın fikri, örgütlenimi, örneğidir.
Fikir… Politik ekonomiyi, tarihi ve bütün toplumsal bilimler alemini dönüştürmüştür o; felsefeye yeni bir can vermiştir. Yalnız arkadaşları değil düşmanları bile tekrar tekrar onun düşünce ve bilgi zenginliğinden kullanmaktadır ve bu daha uzun süre böyle sürecektir. Hepsinin temelinde herşeyi birleştiren canlı bir fikir yatar. Kendi içinde çok basit bir fikirdir ama ne herkes* bu fikrin büyüklüğünü anlar.
Marx’tan üç buçuk yüzyıl önce Nikolas Kopernik isimli mütevazı bir astronom yaşamıştı. O da kendi zamanının bilimini dönüştürmüştü ve onun da basit bir fikri vardı; bu fikir Marx’ın fikrine çok benzerdir.
Antik astronomlar hürmetle gökleri gözlediler, gezegenlerin hareketlerini çalıştılar, derin, zarif ve değişmez bir düzenin hükmünde olduklarını gördüler ve bunu başkalarına ifade edip açıklamaya çalıştılar. Ama burada garip bir karışıklık buldular. Gezegenler yıldızlar arasında bazen daha yavaş, bazen daha hızlı hareket ediyordu. Kimi zaman durup dönecekmiş gibi yapıp sonra gene aynı yöne doğru gidiyordu; birkaç ay, birkaç gün geçtikten sonra önce oldukları aynı yerde beliriyorlardı ve bütün süreç baştan başlıyordu. Her gezegenin kendine ait küresi olduğu, başka yörüngeler yanında her gezegenin kendine ait yörüngeleri olduğu yeni karmaşık kuramlar yaratılması gerekti. Ama karışıklık olduğu gibi kaldı ve hesaplamalar büyük zorlukla tamamlanıyordu.
Kopernik’in bir fikri vardı: belki de herşeyin bunca karmaşık ve karıştırıcı olmasının sebebi ona Dünyadan doğru bakıyor olmamızdı? Onun yerine bakış açısını değiştirseydik ve, elbette salt zihinsel olarak, herşeye Güneşten doğru bakmayı deneseydik? Bunu yaptığı zaman herşeyin basit ve açık olduğu anlaşıldı: gezegenler, Dünya dahil, dolambaçlı değil çembersel yörüngelerde dönüyorlardı, ve Güneş onların merkeziydi. Kopernik’ten önce açık değilse bunun tek sebebi herkesin Dünyanın hareket ettirilemez olduğunu düşünmesiydi, bu yüzden Dünyanın hareketi diğer gezegenlerin hareketleriyle karıştırılıyordu. Böylece yeni bir astronomi doğmuştu, ve herkese göklerin yaşamını açıklamıştı.
Marx’tan önce, burjuva bilimciler toplumun yaşamını, doğal olarak, toplumdaki kendi konumlarının bakış açısından, hiçbir şey üretmeyip başkalarının emeğini tabi kılarak kullanan sınıfın bakış açısından gördüler ve çalıştılar. Ama bu bakış açısından ne herşey* görünürdür, birçok şey bozulmuş bir biçimde gözükür, ve yaşamdaki birçok hareket o kadar karışır ki doğru düzgün anlaşılamaz.
Marx ne yaptı? Bakış açısını değiştirdi. Topluma üretenlerin bakış açısından, çalışan sınıfın bakış açısından baktı, ve herşeyin çok farklı olduğu anlaşıldı. Yaşamın ve toplumun gelişiminin merkezinin orada bulunduğu anlaşıldı, insan, grup ve sınıflara ait yol ve hareketlerin bu Güneşe dayandığı anlaşıldı.
Marx bir işçi değildi; ama aklının gücüyle işçinin konumunu tam olarak anlayabiliyordu. Ve bu geçişle birlikte herşeyin hemen şekil ve biçim değiştirdiğini buldu. Şeylerin gücü ve olayların sebebi insan gözü karşısında eski bakış açısının imkan vermediği bir bakımdan açığa çıktılar. Gerçeklik, hakikat, hatta şeylerin gündelik görünüşleri değişti ve farklı birşey oldu, sıklıkla da önceden olanın karşıtı birşey oldular.
Evet, şeylerin bize görünmeleri bile değişti! Bir kapitaliste göre işçiyi onun beslediği olgusundan daha apaçık ne olabilir? İşçiye iş ve aylık sağlamıyor mudur? İşçiye göreyse kapitalistleri emekleriyle besleyenin bizzat işçiler olduğu en az o kadar apaçıktır. Ve Marx artakalan/fazlalık değer* tartışmasında birinci bakışın bir yanılsama olduğunu gösterdi, gündelik algımızda Güneşin Dünya etrafında dönmesine benzer bir görünüm olduğunu gösterdi, ikinci bakış ise hakikatti.
Marx bütün insan düşünce ve duygusunun, insanların hangi sınıfa ait olduklarına bağlı olarak, yani üretimle ilişkili konumlarına bağlı olarak farklı yönlendiğini ve farklı biçimlendiğini keşfetmiştir. Farklı ilgi, çıkar, alışkanlık ve deneyimler, farklı sonuçlara yol açar. Bir sınıf için makul olan şey başka bir sınıf için gülünçtür, buna karşılık bir sınıf için yasal ve normal olan şey başka bir sınıf için adaletsizlik ve güç istismarıdır. Bir sınıfa özgürlük olarak gözüken şey, başka bir sınıfa kölelik gibi gözükür. Bir sınıfın ideali başka bir sınıfı korkutur ve tiksindirir.
Marx bunu şöyle özetledi: “bilinçlerini belirleyen onların toplumsal varoluşlarıdır.” Veya başka deyişle, düşünceler, istekler ve idealleri ekonomik durum belirler. Bu fikrin yardımıyla o, toplumsal bilim ve felsefeyi dönüştürmüştür. Sınıf mücadelesi ve toplumun gelişimindeki rolüne dair büyük doktrini bu fikir üzerine kuruludur. Bu gelişimin izlediği yolu çalışmış ve bunun nereye götürdüğünü göstermiştir, yeni üretim örgütlenimini hangi sınıfın yaratacağını, bu örgütlenimin neye benzeyeceğini, sınıf bölünmelerinin ve sınıf mücadelesinin uzun yolunun böylece nasıl biteceğini göstermiştir.
Marx bir işçi değildi. Fakat büyük öğretmen, düşüncesinin ayak basacağı yeri, gerçekliğin derinliğine nüfuz etmesini sağlayarak fikrini keşfetmesine yardım edecek bakış açısını, çalışan sınıfta bulmuştur. Bu fikrin özü çalışan proletaryanın öz-bilincidir. Bu yüzden Marx proletaryaya diğer bütün düşünürlerden daha aittir.
Büyük örgütleyici olarak da o proletaryaya aittir. Proletarya fikrini mahir bir örgütlenim enstrümanına çevirmiştir. Engels ile yazdığı ünlü manifestonun sözleriyle dünyayı birliğe çağırmasından beri altmış altı yıl geçti. Ve canlı yaşamın yankısı onları hep daha yüksek sesle tekrarlamaya devam ederek gezegenin en uzak köşelerine ulaşıyor. Hem doğuda hem batıda bu manifestonun sloganları altında devasa örgütlenimler biçimlendi; ve büyüyorlar, kuvvet biriktiriyorlar, durdurulamıyorlar, hızlanıyor hızlanıyor, bir Tarih çığı biçimlendiriyorlar.
Örgütleyici Marx’ın kaderi hem trajiktir hem de müthiş zaferlerle olduğu kadar ağır yenilgilerle de doludur. Büyük çabalar bedeli ile bina ettikleri bir kez bile zalim kadere kurban olmamıştır. Hakiki bir örgütleyiciydi ve zorluklar karşısında cesaretini kaybetmedi. Doğru an ve koşulları bekledi, çalışmasına öncekinden daha kararlı ve daha kapsamlı olarak tekrar başladı. Almanya’da 1848 devrimleri çağında kurduğu örgütlenim, tepkilerin basıncı altında parçalandı. Marx kendisini yabancı topraklarda sürgünde buldu. Ama yıllar geçti ve yoldaşlarıyla birlikte uluslararası bir işçiler toplumu kurdular, bu toplumun çalışmalarının yönetilmesinde başkalarını ikna etmedeki mahir yeteneğine dayandı. Bu örgütlenimin zamanının henüz gelmediği anlaşıldı. Başlangıçta büyüdü ve genişledi, ama sonra keşfedildi ki bu fazla farklı öğeleri birleştirmeye çalışıyordu. Çalışan proleterler, birlik ve yoldaşça disiplin insanları, anarşistlerle iyi geçinemiyorlardı; bu anarşistlerin bazısı kapitalin darbeleri altında perişan olup küskünleşmiş bir küçük burjuva kesimden, bazıları ise üretimle bağı kalmamış ve üretime katılmaya yetecek eğitimi olmayan lümpen proleter kesimden geliyordu. Anarşistler örgütlenimi ayırdılar ve kısa sürede öldü.
Marx’ın en sevdiği çocuğuydu… Elbette yeniden canlanacağından kuşkusu yoktu. Ama bu canlanmayı görme şansı olmadı. Canlanma gerçekleşmeden altı yıl önce öldü.
Sosyal-Demokratlar ve diğer genç işçi partilerinin, aynı fikirlerden esinlenerek, Almanya ve diğer ülkelerde büyüdüğünü gördüğü doğrudur. Ama bunca uğraştığı dünya örgütleniminin tekrar canlanacağını ve öncekinden on kat genişleyeceğini, geldiği aşamada yirmi beş milyon insanla ideolojik bağ kuracağını öğrense nasıl da mutlu olurdu. Bu mutlu fırsat ona verilmedi…
Marx örnek bir insandı, yani örnek bir işçi ve savaşçıydı. Emek ve mücadele çalışan sınıfın yaşamını nasıl kurarsa onun yaşamını da öyle kurmuştu. Ve yaşamı boyunca taşıdığı bayrak kadar saf bir yaşamı oldu.
Marx’ta bedenlenen, yaratıcı düşünce ile yaratıcı pratiği ayrılamaz uyumlu bir bütünde kaynaştıran yeni bir tiptir. Ve bu onu yeni dünyaya ait kılar.
Marx ile aynı zamanlarda başka bir büyük bilim adamı, burjuva toplumun bir başka oğlu, Charles Darwin yaşıyordu. Darwin canlı varlık türlerinin kökenine dair keşfini yaptığı zaman, Marx bilimdeki bu devrimin önemini hemen anlamış ve değerlendirmişti. Sonradan Marx en büyük çalışması olan Kapital‘i Darwin’e göndermekle bu anlayışını göstermiştir. Ama Darwin bu çalışmayı okumaya asla zahmet etmedi. Proleter dünyanın dehası burjuva kültürün dehasını anlayabilmişti ama tersi mümkün olmamıştı.
Marx’a yabancı hiçbir bilgi alemi yoktu. Herşeyi çalıştı, yorulmaz zihni herşeyle ilgileniyordu. Ve bu ilgisinde proletaryanın en yakın akrabasıydı. Bir işçinin çok fazla serbest zamanı yoktur ama o herşeyi bilmek ister: direncini elleriyle alt ettiği doğayı, içinde savaş verdiği toplumu, ve yaşamına yön vermek için baktığı bilim alemini.
Marx’ın dehası, ondokuzuncu yüzyılın en güçlü beyni içinde kendini yansıtmış ve kendini bilmiş olan çalışan sınıfın canıdır.
1913
* “not everyone” ve “not everything” karşılığı “ne herkes” ve “ne herşey” kullanıldı. “ne odur, ne budur” kalıbını ayrı cümlelere böler gibi: “ne herkes anlar.” “ne herşey görünür.”
** surplus value: sonradan bakılınca artakalan değer, önceden hesaplanırken fazlalık değer
İngilizcesi: Evgeni V. Pavlov
Türkçesi: Işık Barış Fidaner
Geri bildirim: NO FÜTUR — çeviri derlemesi | YERSİZ ŞEYLER