Aşağıda yer alan metin, Emilio Granzotto’nun Jacques Lacan ile Panorama dergisi için 1974’te yaptığı söyleşinin bir bölümünün çevirisidir. Söyleşi, Şubat 2004’te Magazine Littéraire’in 428’inci sayısında da yayımlanmıştır.
19 Haziran 2017’de Birtakım İşler sitesinde yayınlanmıştır.
Türkçeleştiren: Banu Barış
Emilio Granzotto. Psikanalizin krizinden gitgide daha sık bahsedilmeye başladı. Sigmund Freud’un ötesine geçildiği ve günümüz toplumunun da, Freud’un eserinin ne insanı anlamak ne de insanın dünyayla ilişkisini derinlemesine yorumlamak adına yeterli olacağını keşfettiği söyleniyor.
Jacques Lacan. Bunlar hikaye.
İlk olarak, kriz. Bir kriz yok, olamaz da. Psikanaliz kendi sınırlarına tamamen ulaşmış değil henüz. Uygulama ve bilgi anlamında daha keşfedilecek çok şey var. Psikanalizde hemen bulunan çözümler değil, sebepleri bulmak için yapılan uzun ve sabır gerektiren araştırmalar mevcuttur.
İkinci olarak da Freud.
Kendisini bütünüyle anlamamışken, ötesine geçildiği hükmüne nasıl varabiliriz? Kesin olan şu ki, bizi tamamen yeni şeylerle tanıştırdı, Freud’dan önce hayal bile edemeyeceğimiz şeylerle. Bilinçdışının sorunlarından, cinselliğin önemine kadar; simgesele erişimden, dilin yasalarına tabiyete kadar.
Onun öğretisi hakikati sorguladı; bu, herkesi ve bireysel anlamda da her birimizi ilgilendiren bir mesele. Bu bir krizden çok daha farklı bir şey. Tekrar ediyorum: Freud’dan uzağız. Onun adı pek çok şeyi örtmeye de yaradı, onun yolundan sapmalar oldu, ardılları örüntüyü her zaman sadakatle takip etmedi, karışıklıklar ortaya çıktı. 1939’daki ölümünden sonra, öğrencilerinden bazıları da psikanalizi farklı bir biçimde uyguladıklarını ileri sürdüler, onun öğrettiklerini birkaç sıradan formüle indirgeyerek: yordam, prosedür gibiydi; pratik, davranış sağaltımıyla sınırlandırılmıştı ve yöntem de bireyin kendi sosyal çevresine uyumunun yeniden sağlanmasıydı. Konforlu psikanaliz, salon psikanalizi, Freud’un olumsuzlanmasıdır.
Fakat bunu öngörmüştü o. “Tahammül edilemez üç durum var” demişti, “imkansız üç görev: yönetmek, eğitmek ve psikanalizi uygulamak”. Bugünlerde, yönetim sorumluluğunun kimde olduğunun önemi yok ve herkes de eğitimci olduğunu iddia etmekte. Psikanalistlere gelecek olursak, bereket versin ki, müneccimler ve şifacılar gibi zenginleşmekteler. İnsanlara yardım etme teklifinde bulunmak, başarılı olunacağına dair güvence vermek demektir ve müşteriler de kapıya yığılır. Oysa psikanaliz başka bir şey.
Emilio Granzotto. Tam olarak nedir peki?
Jacques Lacan. Ben onu semptom olarak tanımlıyorum – içerisinde yaşadığımız medeniyetin rahatsızlığını açığa vuran. Elbette bir felsefe değil. Felsefeden nefret ediyorum; felsefe yeni bir şey söylemeyeli epey uzun zaman oldu. Psikanaliz bir inanç da değil ve onu bir bilim olarak adlandırmak da hoşuma gitmiyor. Bir pratik olduğunu ve yolunda gitmeyen konularla iştigal ettiğini söyleyelim. Son derece zor çünkü imkansızı ve düşseli günlük hayata dahil ettiği iddiasında. Şimdiye kadar birtakım sonuçlar elde etti ancak henüz kuralları yok ve her tür müphemliğe de elverişli.
Gerek tıp açısından gerekse psikoloji ve tamamlayıcıları bakımından, bütünüyle yeni bir şeyin söz konusu olduğunu unutmamak gerek. Ayrıca çok da genç. Freud öleli henüz otuz beş yıl oldu. İlk kitabı Rüyaların Yorumu, 1900’de yayımlanmıştı ve pek başarılı olmamıştı. Birkaç yıl içerisinde üç yüz adet satmıştı sanırım. Az sayıda öğrencisi vardı ve onlara deli gözüyle bakılıyordu, hatta, öğrendiklerini nasıl uygulayacakları ve yorumlayacakları üzerinde de mutabık değildiler.
Emilio Granzotto. Günümüzde insanın sorunu ne?
Jacques Lacan. Bu büyük yorgunluk, ilerleme yarışının bir sonucu olarak hayat. Psikanaliz yoluyla, insanlar bu yorgunluğu sürükleyerek nereye kadar gidebileceklerini keşfetmeyi umuyorlar.
Emilio Granzotto. İnsanları kendilerini incelemeye iten nedir?
Jacques Lacan. Korku. İnsan, anlam veremediği şeyler başına geldiğinde, bunlar kendi isteğiyle gerçekleşmiş olsa dahi, korkar. Anlamamaktan muzdarip olur ve yavaş yavaş panik durumuna düşer. Bu nevrozdur. Histerik nevrozda, beden hasta olma korkusuyla hasta olur fakat aslında hasta değildir. Takıntılı nevrozda ise, korku zihne tuhaf şeyler, kontrol altına alınamayan düşünceler, biçimlerin ve nesnelerin farklı ve korkutucu anlamlar kazandığı fobiler sokar.
Emilio Granzotto. Örnek verecek olursak?
Jacques Lacan. Nevrotik kişi, korkunç bir ihtiyaç tarafından, bir musluğun gerçekten kapalı olup olmadığını ya da bir nesnenin yerinde durup durmadığını onlarca kez kontrol etmeye mecbur bırakılmış hisseder fakat bu esnada, musluğun olması gerektiği gibi olduğundan ve nesnenin de bulunması gereken yerde bulunduğundan gayet emindir. Bunu iyileştirecek bir ilaç yok. Ne sebeple gerçekleştiğini bulmak ve bunun ne anlam ifade ettiğini öğrenmek gerekiyor.
Emilio Granzotto. Peki tedavisi nedir?
Jacques Lacan. Nevrotik kişi, sözle iyileşen bir hastadır; her şeyden önce de kendi sözleriyle. Konuşması gerekir, anlatması, kendisini ifade etmesi. Freud, psikanalizi, başka bir kişiye yöneltilen sözlerden teşkil olduğu ölçüde, öznenin geçmişinin öznenin kendisi tarafından varsayımı olarak tanımlar. Psikanaliz sözün egemenliğidir ve başka bir ilaç da yok. Freud, bilinçdışının, bilinç derinleşmesine açık olmadığı için çok da derin olmadığını anlatmıştı. Dahası, bu bilinçdışında konuşanın, özneyi aşkın, özne içerisinde bir özne olduğunu söylemişti. Söz, psikanalizin büyük gücüdür.
Emilio Granzotto. Kimin sözü? Hastanınki mi psikanalistinki mi?
Jacques Lacan. Psikanalizde “hasta”, “doktor”, “ilaç” terimleri, genel olarak benimsediğimiz edilgen ifadeler kadar yanlış. “Psikanaliz edilmek” diyoruz. Bu yanlış. Analiz esnasında asıl işi yapan, konuşan kişidir, analizan öznedir; bunu, nasıl ilerlemesi gerektiğini belirten ve müdahaleleriyle ona yardımcı olan analistin telkin ettiği biçimde yapsa bile. Onun da bir yorumu bulunmaktadır.
Analist, ilk bakışta, analizanın söylediğine bir anlam yükler gibi görünür. Gerçekte ise, öznenin muzdarip olduğu şeylerin anlamını silme eğiliminde olan yorum, daha incedir. Burada amaç, semptomun -ya da hastalığın diyelim- hiçbir şeyle hiçbir bağlantısı olmadığını, herhangi bir anlamdan yoksun olduğunu, özneye kendi hikayesi üzerinden göstermektir. Hastalık görünüşte gerçek olsa da, aslında mevcut değildir.
Bu konuşma ediminin ilerlediği yollar, çok sayıda uygulama ve sonsuz bir sabır gerektirir. Psikanalizin araçları, sabır ve ölçüm. Yöntem de analizan özneye sağlanan yardımı ölçmeyi bilmekten ibaret. Netice itibarıyla, psikanaliz zordur.
Emilio Granzotto. Jacques Lacan’dan bahsedilirken, bu isim kaçınılmaz biçimde bir tabirle birlikte anılmakta: “Freud’a dönüş”. Bu ne ifade ediyor?
Jacques Lacan. Tam olarak öyle. Psikanaliz, Freud demektir. Psikanaliz yapmak istiyorsak, Freud’a dönmemiz gerek, onun gerçek anlamda okunmuş ve yorumlanmış terimlerine ve tanımlarına dönmemiz gerek. Paris’te tam da bu amaçla bir Freudyen Okul kurdum. Ben bu konudaki görüşümü belirteli yirmi yıldan fazla oluyor: Freud’a dönüş, Freud’un çalışmasından yola çıkılarak tanımlanmış ve sıralanmış ilkeler doğrultusunda, öğretisinin okumasını yeniden ele alarak, varoluşçu fenomenolojinin -sözgelimi, psikanaliz çevrelerinin kurumsal biçimciliği gibi- sapmalar ve muğlaklar alanını temizlemeyi ifade ediyor. Freud’u yeniden okumak, basitçe, Freud’u yeniden okumak demektir. Bunu yapmayan, psikanalizde yanlış bir yöntem uygular.
Emilio Granzotto. Fakat Freud zor ve Lacan’ın da onu tamamen anlaşılmaz hale getirdiği söyleniyor. Lacan, yalnızca takipçilerinden çok azının anlamayı ümit edebileceği biçimde konuşmakla ve -bilhassa da- yazmakla eleştirilmekte.
Jacques Lacan. Bunu biliyorum; düşüncesini duman perdelerinin içerisinde saklayan karanlık bir insan olarak görüyorlar beni. Neden böyle diye kendime soruyorum. Analiz hususunda, Freud’la beraber tekrar ediyorum ki bu “hakikatin gerçeğin içine girdiği, öznelerarası bir oyun”. Bu anlaşılır değil mi? Ne var ki, psikanaliz çoluk çocuk işi de değil.
Kitaplarım anlaşılmaz olarak tanımlanıyor. Ama kimin için anlaşılmaz? Onları herkes için ve herkes tarafından anlaşılmaları için yazmadım. Bilakis, herhangi bir okuyucuyu memnun etmekle en ufak bir ilgim olmadı asla. Söyleyeceğim şeyler vardı ve onları söyledim. Okuyan bir kitleye sahip olmak benim için yeterli. Eğer anlamıyorlarsa, sabırlı olsunlar. Okuyucu sayısına gelecek olursak, Freud’a göre daha fazla şansım oldu. Kitaplarım gereğinden çok bile okundu, buna şaşırmış durumdayım.
Şöyle de bir kanaatim var ki, en fazla on yıl içerisinde, beni okuyan bir kişi, güzel bir bira bardağı gibi bütünüyle şeffaf olduğumu düşünecek. O zaman belki de şunu diyecekler: “Yahu şu Lacan da ne kadar sıradan!”
Emilio Granzotto. Lacancılığın belirleyici özellikleri nelerdir?
Jacques Lacan. Lacancılık henüz mevcut değil ve o nedenle bunu söylemek için biraz erken. Kokusunu yeni alıyoruz daha, bir önsezi gibi.
Lacan, her halükarda, psikanalizi en azından kırk yıldır uygulayan ve uzun yıllardan beri de inceleyen bir adam. Yapısalcılığa ve dilbilime inanıyorum. Kitabımda şunu yazdım: Freud’un keşfi bizi, içerisine girdiğimiz, şöyle ifade edelim, tam olarak infans durumundan, konuşma yetisini henüz kazanmamış çocuk durumundan çıkararak, içerisinde ikinci kez doğduğumuz düzenin muazzamlığına götürür.
Freud’un keşfini temellendirdiği simgesel düzen, somut evrensel söylem anı olarak dilden ibarettir. Şeyler dünyasını yaratan, sözün dünyasıdır ve bu şeyler, başlangıçta tüm oluşmakta olanla karışmış vaziyettedir. Yalnızca sözler şeylerin özüne tam bir anlam kazandırabilir. Sözler olmasaydı, hiçbir şey var olamazdı. Sözün aracılığı olmadan, haz nasıl bir şey olurdu?
Benim düşünceme göre, Freud, ilk eserlerinde –Düşlerin Yorumu, Haz İlkesinin Ötesinde, Totem ve Tabu– bilinçdışının yasalarını açıklayarak, Ferdinand de Saussure’ün birkaç yıl sonra modern dilbilimin zeminini hazırlamasını sağlayacak kuramları formülleştirdi.
Emilio Granzotto. Peki ya saf düşünce?
Jacques Lacan. Diğer her şey gibi, o da dilin yasalarına boyun eğmiş vaziyette. Yalnızca sözler onu meydana getirebilir ve ona istikrar kazandırabilir. İnsanlık, düşünce araştırmalarında bir adım bile ilerleyemezdi, eğer dil olmasaydı.
Psikanaliz için de geçerli bu. Sağaltım, biçimlendirme ya da keşif ajanı; ona atfedilen işlev her ne olursa olsun, tek bir araç kullanıyoruz: hastanın sözü… ve her söz, bir cevabı hak eder.
Emilio Granzotto. O halde, diyalog halinde bir analiz söz konusu. Bunu, itirafın ikamesi olarak yorumlayanlar da var.
Jacques Lacan. Neyin itirafı? Psikanaliste itiraf ettiğiniz, koca bir hiç. Sadece, aklınızdan geçen ne varsa ona söylemeye, tamamen sözler söylemeye bırakırsınız kendinizi. Psikanalizin keşfi, insanın konuşan bir hayvan gibi olduğudur. Duyduğu sözleri düzene koymak ve onlara bir anlam vermek, analistin işi. İyi bir analiz yapılabilmesi için, analizan ve analist arasında bir uzlaşmanın, bir anlaşmanın bulunması gerekir.
Biri konuşurken, diğeri konunun ne olduğuna dair fikir edinmeye ve görünürdeki semptomun ötesinde mevcut olan, gerçekliğin zor düğümünü bulmaya çalışır. Analizin diğer işlevi de, analizden ne beklenebileceğini hastanın anlaması adına, sözlerin anlamını açıklamaktır.
Emilio Granzotto. Bu, son derece güven gerektiren bir ilişki.
Jacques Lacan. Daha ziyade, bir değiş tokuş ve önemli olan da birinin konuşması, diğerinin ise onu dinlemesi. Sessizlik de önemli. Analist soru sormaz ve herhangi bir fikre sahip olmaz. Kendi isteğiyle doğan sorulara, kendi istediği cevapları verir yalnızca. Fakat en nihayetinde, analist nereye yönlendirirse, analizan da daima oraya gider.
Emilio Granzotto. Az önce tedaviden bahsettiniz. Sağaltım olasılığı var mı? Nevrozdan çıkılabiliyor mu?
Jacques Lacan. Psikanaliz, güçlükleri ortadan kaldırdığında, semptomdan çıktığında, gerçeklikten çıktığında başarılı olur, yani, hakikate ulaştığında.
Emilio Granzotto. Aynı düşünceyi “daha az Lacancı” bir biçimde anlatabilir misiniz?
Jacques Lacan. Gerçeklikten gelen her şeyi semptom olarak adlandırıyorum ben. Gerçeklik de, yolunda gitmeyen, işlevini kaybetmiş, insan hayatına ve insanın kişiliğiyle yüzleşmesine karşı koyan her şeyi kapsıyor. Gerçeklik her zaman aynı yere döner. Onu, aynı görüntülerle hep orada bulursunuz. Bilim insanları, gerçeklik dahilinde hiçbir şeyin imkansız olmadığını söyleyebilir. Bu tür şeyler ileri sürebilmeleri için epey küstah olmaları gerekir ya da -ki benim şüphem bu yönde- ne yaptıklarını veya söylediklerini kesinlikle bilmiyor olmaları.
Gerçeklik ve imkansız, birbirinin karşıtıdır ve bir arada olamaz. Analiz, özneyi imkansıza doğru iter, ona dünyayı hakikatte olduğu gibi değerlendirmeyi telkin eder, yani, düşsel ve herhangi bir anlamdan yoksun olarak. Öte yandan, gerçeklik, tıpkı doymak bilmeyen bir kuş gibi, rasyonel şeylerden, anlamlı eylemlerden beslenmekten başka bir iş yapmaz.
Her şeye bir anlam yüklemek gerektiğini tekrar tekrar duyuyoruz; kendi düşüncelerimize, kendi tutkularımıza, isteklere, cinselliğe, hayata… Ancak, hayata dair hiçbir bilgimiz yok. Bilim insanları bunu bize açıklayabilmek için nefes tüketiyorlar.
Onların hatası yüzünden, gerçekliğin, var olmayan bu canavarca şeyin, sonunda kazanmasından, üstün gelmesinden korkuyorum. Bilim dinin yerine geçiyor ama farklı bir biçimde daha despot, kalın kafalı ve tutucu. Bir atom-tanrı, uzay-tanrı vb. mevcut. Bilim ya da din, hangisi kazanırsa kazansın, psikanaliz biter.
Emilio Granzotto. Günümüzde bilim ile psikanaliz arasında ne gibi bir bağlantı var?
Jacques Lacan. Benim için, izlenecek tek hakiki bilim, tek ciddi bilim, bilim-kurgu. Diğeri, yani resmi olan ve laboratuvarlarda sunakları bulunan, bir dengeye sahip olmaksızın körlemesine ilerlemekte. Hatta, kendi gölgesinden bile korkmaya başladı.
Görünen o ki, bilim insanları için endişe anı yaklaşıyor. Steril laboratuvarlarında, kolalı önlüklerine sarınmış halde, hep daha karmaşık cihazlar yapıp hep daha karanlık formüller icat ederek bilinmeyen şeylerle oynayan bu ihtiyar çocuklar, yarın başlarına ne gelebileceğini, her daim yeni olan araştırmalarının neticede ne getireceğini kendilerine sormaya başladılar. “Nihayet!” diyorum. Ya çok geç kalınmış olsaydı? Biyologlar bunu kendilerine şimdi soruyor ya da fizikçiler, kimyacılar… Bana kalırsa, hepsi deli.
Onlar evrenin çehresini halihazırda değiştirmekteyken, bunun kazara tehlikeli olup olamayacağını sorgulamak, akıllarına daha şimdi geliyor. Ya her şey geri tepseydi? Beyaz laboratuvarlarda böylesi bir aşkla yetiştirilen bakteriler, ya ölümcül düşmanlara dönüşseydi? Peki ya bu bakteriler sürüsü, barındırdığı tüm pislikle birlikte, bu laboratuvar bilimcilerinden başlayarak dünyayı yok etseydi?
Freud’un üç imkansız görevine, yani yönetim, eğitim ve psikanalizin uygulanmasına ben de bir dördüncüyü ekleyebilirim: bilim. Yalnız, bilim insanları görevlerinin katlanılamaz olduğunun farkında değiller.
Emilio Granzotto. İşte bu da, ilerleme olarak adlandırdığımız mefhuma dair epey karamsar bir görüş.
Jacques Lacan. Hayır, bu tamamen farklı bir şey. Karamsar değilim. Kötü hiçbir şey olmayacak. Bunun tek sebebi de insanın beş para etmez olması, o kadar ki, kendisini yok edemeyecek kadar beceriksiz.
Şahsen, insan tarafından üretilmiş bir felaketi harikulade bulurdum. Bu, ilahi, doğal ya da diğer müdahaleler olmaksızın, insanın ellerini ve kafasını kullanarak artık bir şeyler yapabildiğinin ispatı olurdu.
Eğlence olsun diye aşırı beslenmiş ve İncil’de bahsedilen çekirgeler* gibi dünyaya yayılmış tüm bu güzel bakteriler, insanın zaferini ifade ederdi. Fakat böyle bir şey olmayacak. Bilim kendi sorumluluk krizini neyse ki atlatmakta ve dedikleri gibi, şeyler düzenine girecek her şey. Bunu ifade etmiştim: gerçeklik her zamaki gibi üstün gelecek ve bizler de her zamanki gibi hapı yutmuş olacağız.
Emilio Granzotto. Jacques Lacan’ın bir diğer paradoksu. Sizi, dilinizin zorluğu ve fikirlerinizin karanlık olması dışında, yaptığınız kelime oyunları, latifeler, eğretilemeler ve paradokslarınız sebebiyle de eleştiriyorlar. Sizi dinleyen ya da okuyan bir kişinin, kafası karışmış gibi hissetmeye hakkı var.
Jacques Lacan. Aslına bakarsanız latife yapmıyorum, gayet ciddi şeyler anlatıyorum. Damıtıcılarından ve elektronik tesisatlarından bahsetmiş olduğum bilim insanları gibi, ben de sözü kullanıyorum yalnızca. Her zaman da psikanalizin deneyimine başvurmaya çalışıyorum.
Emilio Granzotto. Diyorsunuz ki, gerçeklik mevcut değil. Fakat, ortalama bir insan, gerçekliğin dünya olduğunu, kendisini çevreleyen ve çıplak gözle gördüğü her şeyin, dokunduğu her şeyin gerçeklik olduğunu bilir.
Jacques Lacan. Öncelikle, kendisi de var olmayan şu ortalama insandan bir kurtulalım. O yalnızca istatistiksel bir kurgu. Bireyler vardır, o kadar. Sokaktaki insandan, kanaat anketlerinden, kitlesel fenomenlerden ve bu tür şeylerden bahsedildiğini duyduğum zaman, kırk yıl boyunca dinlediğim, geçip kanepenin üzerine uzandıklarını gördüğüm tüm hastalar geliyor aklıma. Hiçbiri, bir noktaya kadar, bir diğerine benzemiyordu, hiçbiri bir diğeriyle aynı fobilere, aynı kaygılara, aynı anlatış biçimine, aynı anlayamama korkusuna sahip değildi. Kim bu ortalama insan? Ben miyim, siz misiniz, benim kapıcım mı, cumhurbaşkanı mı?
Emilio Granzotto. Gerçeklikten bahsediyorduk, her şeyi gördüğümüz dünyadan…
Jacques Lacan. Kesinlikle. “Gerçeklik”, yani, yolunda gitmeyen ile “hakikat”, yani, simgesel, düşsel arasındaki fark, gerçekliğin dünya olmasıdır. Dünyanın var olmadığını, mevcut olmadığını tespit edebilmek için, sınırsız sayıdaki aptalın “dünya” olduğunu sandığı tüm bayağılıkları aklımıza getirmemiz yeterli. Panorama dergisindeki arkadaşlarımı da, beni paradoksla suçlamadan önce, okudukları üzerinde iyi düşünmeye davet ediyorum.
Emilio Granzotto. Görünen o ki, hep daha karamsarsınız.
Jacques Lacan. Bu doğru değil. Kendimi ne etrafta telaş yaratanlar arasında konumlandırıyorum ne de kaygı duyanlar arasında. Kaygı evresini aşamamış bir psikanaliste de eyvahlar olsun! Ancak, etrafımızda bizi öfkelendiren ve tüketen şeyler olduğu doğru; büyük bir bölümümüzü fagosit hücreleri gibi düzenli olarak yutan televizyon, mesela. Bunun tek sebebi ise, yutulmaya izin veren insanların varlığı, hatta, gördüklerinden fayda bile çıkarıyorlar.
Sonra, başka anlamda tüketen diğer canavarca şeyler de var: Ay’a giden füzeler, okyanus diplerinde yapılan araştırmalar, vb. Bunların hepsi, tüketen şeyler. Fakat bunun dramatize edilecek bir yanı da yok. Eminim ki, füzelerden, televizyondan ve boşuna yapılan tüm şu lanet araştırmalardan bıktığımızda, kendimizi meşgul edecek başka şeyler bulacağız. Bu, dinin yeniden doğuşu demek, öyle değil mi? Peki, dinden daha iyi tüketen hangi canavar var? Bu, zaten ispatlanmış olduğu üzere, ara vermeden devam eden bir şölen, yüzyıllardır eğlendiğimiz.
Tüm bunlara cevabım, insanın kötüye adapte olmayı her zaman becermiş olduğudur. Kabul edelim ki, tasavvur edebileceğimiz ve erişimimizin olduğu tek gerçeklik tam olarak şu: şeylere anlam yüklemek, önceden söylemiş olduğumuz gibi. Aksi takdirde, insanın kaygıları olmazdı, Freud şöhret kazanmazdı ve ben de lise öğretmeni olurdum.
Emilio Granzotto. Kaygıların doğası her zaman böyle mi, yoksa belirli sosyal koşullara, belli bir tarihsel döneme, belli coğrafyalara bağlı kaygılar da var mı?
Jacques Lacan. Kendi keşiflerinden korkan bilim insanının kaygısı, yeni gibi görünebilir. Ancak, diğer dönemlerde ne olduğu hakkında ne biliyoruz ki? Diğer araştırmacıların yaşadığı dramlar hakkında ne biliyoruz? Kadırga kürekçisininki gibi, montaj hattında çalışan köle-işçinin kaygısı, bugünün kaygısı. Daha basit ifade edecek olursak, bugünün tanımlarıyle ve sözleriyle ilintili.
Emilio Granzotto. Peki, psikanalize göre kaygı nedir?
Jacques Lacan. Bedenimizin dışında bulunan bir şey, bir korku ama onu ne bedenimiz ne de zihnimiz motive edebiliyor. Kısacası, korkunun korkusu. Bu korkuların birçoğunun, bu kaygıların birçoğunun, onları algıladığımız düzeyde cinsellikle bir ilişkisi var. Freud, insan adı verilen konuşan hayvan için, cinselliğin çaresiz ve umutsuz olduğunu söylemişti. Analistin görevlerinden biri de, hastanın sözünün içerisinde kaygı ve cinsellik arasındaki bağlantıyı, bu büyük bilinmeyeni bulmaktır.
Emilio Granzotto. Günümüzde cinsellik her köşede yayılmakta; sinemada cinsellik, tiyatroda cinsellik, televizyonda, gazetelerde, şarkılarda, plajlarda… İnsanların, cinsellik alanına ilişkin sorunlardan daha az kaygılandığından bahsedildiğini duyuyoruz. Tabular yıkıldı, diyorlar, cinsellik artık korkutmuyor.
Jacques Lacan. Her yanı kuşatan seksomanya, bir reklam olgusu sadece. Psikanaliz ciddi bir iştir ve tekrar ediyorum, iki birey arasındaki tamamen kişisel bir ilişkiyle ilgilidir: özne ve analist. Kolektif psikanaliz yoktur, nasıl ki kitlesel kaygılar ya da kitlesel nevrozlar yok ise.**
Cinsellik gündeme gelmiş ve sokak köşelerinde sergileniyor olsa da, televizyonlarda herhangi bir deterjan muamelesi görse de, hiçbir fayda vaadinde bulunmaz. Bunun kötü olduğunu söylemiyorum ama kuşkusuz ki bireysel kaygıları ve sorunları gidermek için yeterli değil. Modanın, bize sağlanan bu yapmacık serbestleştirmenin bir parçası; bize tepeden verilmiş, sözde müsamahakar toplum tarafından verilmiş bir iyilik gibi fakat psikanaliz düzeyinde işe yaramıyor.
* Hikayeye göre, Tanrı, Firavun’u cezalandırmak için Musa’ya asasını Mısır’ın üzerine uzatmasını söyler ve tüm gece estirdiği rüzgarla birlikte, Mısır’ı çekirgelerin istila etmesini sağlar, öyle ki, gökyüzü ve toprak simsiyah olur; çekirgeler tüm evleri, bahçeleri, ağaçları vb. kaplar.
** Bu tümcede “yoktur” denen “kolektif” ve “kitlesel” sözcükleri, daha yukarıda Lacan’ın eleştirisini sunduğu “ortalama insan kurgusu”na karşılık gelen bir “kolektif” ya da “kitle” kavramının Psikanaliz’in kavramları arasında olamayacağı anlamında anlaşılmalıdır. Psikanaliz’in birey ve topluluk kavramları, başka öncüller üzerine kuruludur. Sözgelimi, Freud da Kitle Psikolojisi çalışmış olmasına karşın, ondaki “kitle” kavramı böyle bir “ortalama insan” kurgusundan hareket etmez ve bu nedenle de 19. yüzyılda yaygın olan Kitle Toplumu teorilerinin kitle kavramından anladığından çok farklı bir şey anlar. “Kolektif psikanaliz yoktur”, “kitlesel kaygılar ya da kitlesel nevrozlar yoktur” sözleri, bu bağlamda anlaşılmalı. Kitlesel ya da kolektif olayların varlığının reddinden ziyade, bunların “ortalama insan psikolojisi” fikrine dayanan bir kavramsallaştırmanın reddedilmesi söz konusudur.