İngilizce’de bilim ve felsefenin oturduğu “true-false” ekseni, faydacılık ve ahlakçılığın oturduğu “right-wrong” ekseninden ayrıdır. Türkçede ise bu eksenlerin ikisine birden “doğru-yanlış” adı verilerek bilim ve felsefe faydacılık ve ahlakçılığa tabi kılınmıştır. Türkiye’de bilim ve felsefenin tarihte hiçbir zaman evrensel bir eksene oturduğu söylenemez, çünkü Türkiye’de bu disiplinleri benimseyen insanlar ister istemez konuştukları dil gereği “yanlışa karşı doğrunun yanında” duruş sergilemekle faydacılığın ve ahlakçılığın eksenine katılırlar.
Monthly Archives: Eylül 2020
Sahilik Arayışı İmleyen İşçilerine Emanettir — Işık Barış Fidaner
Filed under şey
Tagged as Doğru, Görce Yazıları, Işık Barış Fidaner, Kum Tanesi, Yanlı Şanlama
Fallus’un Ötesi — derleme
Son versiyon: 29 Eylül 2020
Yazılar tek tek linklerden ya da kitabın etiket sayfasından (Fallus’un Ötesi) okunabilir.
Işık Barış Fidaner
İçindekiler
— En Distopik Romanımız Böyle Olsun! (Fidaner, Ayanoğlu)
— Yersiz Şeyler Neden Yersiz Şeyler?
— Simgesel Ayrılma ile Gerçek Ayrılma
— Arzu-Arıza Kompleksi Olarak Cıvıltı (Tweet)
— Signifier Neden Gösteren Değil İmleyen Olarak Çevrilmeli
— Çevirmenler, True’ya Doğru demeyelim, Sahi diyelim (Fidaner, Ayanoğlu)
— Çevirmenler, False’a Yanlış demeyelim, Fol diyelim
超 : aşmak
Simgesel Ayrılma ile Gerçek Ayrılma — Işık Barış Fidaner
Bağımsızlık ve koşullanma, siyasette iki temel kavramdır. Bunlar simgesel ilişkilerle, yani tasdiklenme ile ilgilidir. Bir kişi, kurum veya ülkenin bağımsız olduğu veya koşullanmış olduğu simgesel yolla tasdiklenebilir. Aslında aralarındaki fark tasdiğin yapılış şekliyle ilgilidir: Koşullanma, başkasının tasdiğine bağlı kalmaktır; bağımsızlık ise kendi kendini tasdik ettirmektir. Bu iki kavramın simgesel ilişkisi imleyenlerce (signifier) yönetildiği için, Lacan siyasal bağımsızlığı S1 simgesiyle, siyasal koşullanmayı ise S2 simgesiyle ifade eder. S1, bağımsız iktidarı ile kendisini tasdiklettiren Esas-İmleyen’dir. S2 ise S1 tarafından koşullandırılmış ve onun tasdiğine tabi olan bilgidir.
Filed under şey
Tagged as Entropi, Fallus'un Ötesi, Görce Yazıları, Işık Barış Fidaner, Perde
Fallus’un Katedilmesi — Işık Barış Fidaner
Mevcut toplumsal cinsiyet rejiminde geleneksel olarak erkek ile kadına tayin edilen rolleri iki kavram ile özetleyebiliriz: yetkilenme ile bedenlenme [1]. Psikanaliz, Ödipal gelişim sürecinde annenin çocuğun bedenlenmesine yardım ettiğini, babanın ise çocuğun yetkilenmesine yardım ettiğini anlatır [2]. Kadın ile erkeğe tayin edilen rolleri bu iki basit terimle birbirinden ayırt etmemiz, mevcut toplumsal cinsiyet rejimini gerekçelendirmek veya doğallaştırmak anlamına gelmez; aksine bu rejimin inkar edilen olumsal temelini açığa çıkarmak ve analiz edilmesini sağlamak anlamına gelir, zira dili oluşturan kelimeler de aynı ayırt ettikleri cinsiyet rolleri gibi olumsaldır. Kullandığımız kelimeler, aynı psikanalizin rüya yorumlarında olduğu gibi, analiz edilen toplumsal cinsiyet rejimini yorumlanacak bir semptom şekline sokmamızı sağlar.
Arzu-Arıza Kompleksi Olarak Cıvıltı (Tweet) — Işık Barış Fidaner
Lacan’a göre sadece yolunda gitmeyen şeylere “sebep” aranır (11’inci seminer). Sebep, sebepselliğin (sebep-sonuç ilişkilerinin) “doğal” akışını bozan bir şeydir. Yani sistemi bozan arızalara sebep aranır. Ama bu işin nesnel yanıdır; bunun bir de öznel yanı vardır, o da psikanalizin açığa çıkardığı gibi, iradeyi bozan arzulardır. Arzu ile arıza birlikte psikanalitik semptomu (parapraksis) oluşturur [1].
Merak ve Bilmezlik Tutkusu — Işık Barış Fidaner
Merak, bilme arzusu demektir. Peki merak ne içindir? Merak hep bir yarar mı gözetir, yani edineceği bilgiden faydalanmayı mı öngörür, yoksa saf bir merak, “merak için merak” (mesela “bilimsel merak”) diye bir şey var mıdır? Freud’a göre merak saf halde ortaya çıkmaz, “hayati bir lüzum” merakı tahrik etmiştir:
[Doğan kardeşinin ebeveynlerin bakım ve ilgisini ondan uzaklaştıracağına dair] his ve endişelerin tahriki ile, çocuk artık hayatın ilk büyük sorunu ile meşgul olur ve kendine şu soruyu sorar: “Bebekler nereden gelir?” – kuşkusuz bu sorunun ilk hali şöyledir: “Bu tikel, işgalci bebek nereden geldi?” Mit ve efsanelerin sayısız bilmecelerinde bu ilk bilmecenin yankılarını duyar gibi oluruz. Sorunun kendisi, her araştırma gibi, hayati bir lüzumun ürünüdür, adeta düşünüşe bu gibi korkulan olayların yinelenmesini önleme görevi verilmiş gibidir. Gelin biz yine de çocuğun düşünüşünün kısa süre sonra bu tahrikten bağımsızlaştığını ve o andan itibaren kendi kendisini sürdüren bir araştırma dürtüsü olarak işlemeye devam ettiğini varsayalım. (Sigmund Freud, 1908, Çocukların Cinsel Kuramları Üzerine)
Soul Ruh Değil Candır — Işık Barış Fidaner
İngilizcede “(insan olmayan) hayvanların canı var mı yok mu?” sorusu ciddi ciddi sorulur ve uzun uzun tartışılır. Bu dinsel bir tartışma konusudur, çünkü can’ın İngilizcesi olan “soul”, bizdeki “ruh” gibi dini bir anlamla yüklenmiştir; Hristiyanlara göre insan canı ölüme direnebilen bir şeydir, insanlara özgü “ölümsüz can”dan (immortal soul) söz edilir, İncil’de böyle bir kavram bulunmadığı halde. İncil’e göre insanların canı ile diğer hayvanların canı birbiriyle aynıdır (“nephesh”) ama insanlar Tanrı’nın suretinde yaratılmışlardır ve “denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, evcil hayvanlara, sürüngenlere, yeryüzünün tümüne egemen”dirler, yani Tanrı onları yetkilendirmiştir (Tekvin 1:26). İncil’de “can”dan ayrı olarak “ruh”tan (“ruah”) da söz edilir ama bugünkü anlamından farklıdır.
Filed under şey
Tagged as Entropi, Fallus'un Ötesi, Görce Yazıları, Işık Barış Fidaner, Semavi
En Distopik Romanımız Böyle Olsun! — Işık Barış Fidaner, Zeynep Nur Ayanoğlu
Avrupa Birliği uyum yasalarıyla birlikte yapılan değişiklikle halen yürürlükte olan 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’na göre, yazarın mirasçıları, yazar öldükten yetmiş sene sonra eser üzerindeki haklarını kaybediyor. Yakın geçmişe bakarsak 2015’te Küçük Prens’in, 2019’da ise Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna ve Kuyucaklı Yusuf başta olmak üzere birçok eserinin yayınevleri tarafından basılarak enflasyona uğradığına şahit olduk. Yetmişinci ölüm yıldönümü ve telif haklarının geçerli olduğu son yıl olan, içinde bulunduğumuz 2020’nin ardından 1 Ocak 2021 itibarıyla, 1950’de Londra’da hayatını kaybeden George Orwell’in 1984 romanında geçen “Big Brother is watching you!” sloganı raflardan bizi gözetliyor olacak.[1] Peki, her yerde göreceğimiz 1984 çevirilerinde geçen Büyük Birader’in bizi gözetliyor olması “ağabeylik” müessesesi bakımından ve çeviri tercihi anlamında bize ne söylüyor?
Yazının tamamını Birikim Güncel’de okuyabilirsiniz.
Sen ağbisin, bıyık düşün!
Filed under şey
Tagged as Fallus'un Ötesi, Görce Yazıları, Işık Barış Fidaner, Sanal Ağa, Sine Mat, Zeynep Nur Ayanoğlu
Fütursuz Çağa Karşı Sütur — Işık Barış Fidaner
Franco “Bifo” Berardi, Gelecekten Sonra (2011) kitabında son iki yüzyılı “gelecek” kavramı bakımından ayırt eder. Ona göre 20’nci yüzyıl “geleceğe güvenmek” ile tanımlanmıştır; başlangıç işareti 1909 tarihli Futurist (Gelecekçi) manifestodur, bitiş işareti ise 1977’de punk grupların şarkılarında dillendirilen “No Future!” (Gelecek Yok!) sloganıdır. 20’nci yüzyılın geleceğe duyduğu ütopyacı sonsuz güven, 70-80’lerde bir miktar sarsıldıktan sonra 90’larda siberkültür ve internet özgürleşmesi üzerinden son bir kez daha çırpınmışsa da nihayetinde neoliberal bozunuma yenik düşmüştür. Berardi’ye göre 21’inci yüzyıl distopyaların ve geleceksizliğin yüzyılıdır. Hatta iklim krizinin aldığı boyutlar ve küresel koronavirüs salgını düşünüldüğünde, Berardi kitabı yazdıktan sonraki yıllarda 21’inci yüzyılın artık “felaketler yüzyılı”na dönüştüğü söylenebilir.
Filed under şey
Tagged as Ekhona, Entropi, Fallus'un Ötesi, Görce Yazıları, Işık Barış Fidaner
Virtue, Erdem, Görce — Işık Barış Fidaner
İngilizce Virtue kelimesi Türkçede geleneksel olarak Erdem kelimesiyle karşılanır. Virtue ile Virtual arasındaki yakınlığı vurgulamak için ben bunları Görce ve Görcül kelimeleriyle karşılıyorum [1]. Bu yazının konusu Görce’nin Erdem’den farkıdır.
Erdemli olmanın özgül unsuru (unary trait) bilgili olmaktır. Erdemli insan bizden üstün bir varlıktır, çünkü o bizim bilmediğimiz başka çok önemli bir şeyleri biliyordur. Erdemlilik, “bildiği varsayılan özne” figürü ile iç içe geçmiştir. Er-dem’e “demlenmiş er” veya “bilen ağabey” de diyebiliriz [2]. Erdemli kişinin bilgisine kanıt olarak sunduğu tecrübeler, büyük fedaların sergilenmesi ve yarıştırılmasıdır. Ona göre büyük feda büyük tecrübe demektir, o da büyük bilgi demektir. Erdemli kişi hayatta büyük acılar çekerek “pişmiş” ve üstün görülmeye hak kazanmıştır. Onun tecrübeli bilgisine dayanan haklı gururu karşısında “mütevazı olmamız” yani kendimizi küçültmemiz beklenir, yani o bizim “büyüğümüzdür”. Erdemsiz olmanın özgül unsuru ise cehalettir. Erdemsizliğin başat örneği, hayat konusunda, iyilik ve kötülük konusunda, doğruluk ve yanlışlık konusunda cahil kalmış olmaktır. Türkçede ignorance’a cehalet denmesi, virtue’ya erdem denmesi ile aynı geleneğe aittir. “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” diyen ayet, Erdem ile bilginin mutlak ilişkisini vurgular. Bu Erdemin modern adı ise uzmanlıktır, teknik bilgidir.