
Fikir yüceliğini doğadan alır ama olumsuz bir yoldan: doğa onunla boy ölçüşemediği için fikir yüceltilir [1]:
Kantçı Yücelikte, deneyimde duyumsanan kaosun sınırsızlığı (azgın kasırga, nefes kesen uçurum) Akıldaki saf Fikrin önsezisini uyandırır: o Fikrin Ölçüsü öyle engindir ki deneyime ait nesnelerin hiçbiri, doğanın en vahşi ve kudretli güç gösterisi bile onun yanına yaklaşamaz (burada ideal düzenin Ölçüsü ulaşılmaz Fikre aittir, biçimsiz kaos ise duyumsanan deneyime aittir)
(Slavoj Žižek, Olumsuzla Oyalanmak)
Kantçı Yücelik: feda edilen ampirik/patolojik nesnelerin sonsuz sayıda oluşundaki aşırılık, uğruna feda edildikleri Şey’in muazzam ve kavranamaz boyutunu negatif [dolaylı, örtük, imalı] bir yoldan idrak ettirir.
(Slavoj Žižek, Kırılgan Mutlak)
Bunu basitçe öyküleştirirsek:
1) İlk önce dışarı çıkarız ve doğanın zorlukları bizi korkutur, hazırlıksız olduğumuzu anlarız.
2) Ardından içe döneriz ve efkar yoğunluğumuz bizi daha çok korkutur, hele ki klasik bir Üstbenle tamponlanmamışsa.
3) Kaygılara (korkudan korkmak) gark olsak da o ruhsal dolaşıklığı biraz olsun katetmemiz/çözmemiz şarttır [2].
4) Düğümlenen kaygıların analizinden elde ettiğimiz bir fikirle güçlenmiş olarak doğaya geri dönebiliriz. Okumaya devam et →