Akıl Altın: Yücelik Akıl Gücünün İkrarıdır — Slavoj Žižek

Low_pressure_system_over_Iceland

Kant’ın antinomileriyle başlayalım.

Antinomiler imkansızlığa işaret eder (Kendinde-Şey’i kavramanın imkansızlığına) ve imkansızlık ancak başarısızlıklarla olumsuz yoldan ayırt edilebilir, bu da yüceliktir (Kant’a göre).

Saf aklın antinomilerinden Yücelik konusuna nasıl geçildiğine bakarak antinomilerin cinsel farkla bağı kolayca görülebilir: Kant Eleştiri‘lerden önce yazdığı Güzellik ve Yücelik üzerine makalesinde Yüceliği cinsel farka bağlar (yücelik erildir, güzellik dişildir).

Lacan’a göreyse cinsellik zaten yücedir, sadece “yüceltilmiş” (kültürlü) biçimleriyle değil, en temel insani biçimiyle yücedir: Cinsellik yücedir çünkü imkansız-gerçek Şey’e bağlanma ve başarısızlık insanda cinsel yaşantıyı teşkil eder.

Bu konuda Kant’ı düzeltmeliyiz: Cinsel farkı yanlış yere koymuştur, aslında cinsel ayrım bizzat Yüceliğin içindedir, onun iki tarzıdır (“dinamik” erillik ve “matematiksel” dişillik). Bu kilit meseleyi biraz daha geliştirelim.

Saf Aklın Eleştirisi‘nde konuşlanan iki antinomi tarzı (matematiksel antinomiler ve dinamik antinomiler) Yargılamanın Eleştirisi‘nde konuşlanan iki yücelik tarzına tekabül eder, matematiksel yücelik ve dinamik yücelik.

Kant güzellik-yücelik farkından yola çıkar: Güzellik “nesnenin biçimine bağlıdır,” nesnenin “sınırları” olmasıyla ilgilidir; yücelik ise biçimsiz ve sınırsızdır, hiçbir duyusal biçim onu içeremez, yücelik daha ziyade akıldaki fikirlerle ilgilidir, bu fikirleri hakkıyla dile getirmek mümkün olamasa da, tam da bu hakkı verilemezlik duyusu üzerinden bu fikirleri uyandırabilir ve zihninize çağırabilirsiniz.

Yani kasırgalarla dalgalarını püskürten engin ummana yüce diyemeyiz. O ancak dehşet verebilir, sezginizle onu yücelik hissi düzeyine çıkarabilmeniz için zihninizde önceden fikirlerin çoğulluğu birikmiş olmalıdır [1] – bu sezgi yücedir çünkü zihninizi duyuları terk ederek üstün erekli fikirlere yönelmeye çağırır.

Bu yaşantı iki tarzda olabilir, matematiksel ve dinamik.

Matematiksel yüceliği yaşatan vesile, kavranamaz muazzamlıkta biçimsiz bir nesnedir: Öyle bir an gelir ki duyularımız ve Hayal Gücümüz (duyusal dünyayı imgeler ve biçimlerle şemalaştırarak kavrayan zihin melekemiz) doğrudan bu kocaman biçimsiz nesneden gelen duyuların hepsini tam ve birleşik bir tahayyül halinde sentezlemeyi beceremez; nesnenin devasa ölçekleri zihnin kavrayış gücüne aşırı yüklenir, zihin gözüyle o genlikleri kavrayamayız.

Bu yaşantı ilk başta insanın canını sıkıp burnunu sürtse de, işte o an aklın devreye girdiği andır, zira akıl altında [2] bir kaynak daha vardır – duyu-üstü oluşların aleminden çekip çıkarılan sonsuzluk fikri. Yani nesne ilk başta yetilerimize aşırı yüklense de aslında onun sadece duyu yetilerimizi zorladığını anlarız. Aklımız altında o nesneden çok daha geniş bir fikir vardır, aslında sonsuzluk görünüşüne yakınsayan şey (sonsuzluğa hakkını veremeyen şey) aklımız değildir, kavranan nesnedir. Bu hareket bizi duyusal yaşantıdan uzaklaştırır ve içimizde varolan “daha üstün” yüce ve aşkın Akıl güçlerinin ikrarına yöneltir [3].

Dinamik yücelikte ise büyük bir nesne yerine muazzam bir doğa kuvvetinin şiddetiyle yüzleşilir, mesela bir kasırga gibi. Matematiksel yücelik gibi bu dinamik kuvvet de fani oluşunu insanın yüzüne vurmaktadır: Bizim gibi küçük ve cılız varlıkları böylesi bir kasırga kolayca süpürüp imha edebilir.

Oysa tehlikeyle burun buruna gelmediğimiz zaman, canımızı ortaya koymadan o kasırgayı bir temsil şeklinde yaşayabildiğimiz zaman, ondan ürkmeden onun ürküntüsünü ikrar edebiliriz ve o noktada “kendi içimizde bambaşka bir direnme gücü keşfederiz, doğanın tümgüçlülük gösterisi karşısında boyumuzun ölçüsünü arttıran bir cesaret kazanırız.” Bu direnme gücü:

alışkın olduğumuz endişelerden (dünyevi mal, sağlık ve can) bizi sıyırır ve o anda doğanın bize ve kişiliğimize dayattığı hükmün (bizi bu endişelere gark etmesinin) baş eğmeye değmeyecek kadar hoyratça bir hakimiyet olduğunu anlarız, böylece en üstün ilkelerimizi ortaya koymak veyahut terk etmek meselesi gündeme gelir. (Yargılamanın Eleştirisi)

Nesnel ve fiziki anlamda, evet, doğanın bizi yok edebilen gücüne tabiyiz; ama özgür ve akıllı varlıklar olarak, en üstün ve en akılcı ilkelerimiz adına, doğanın bizi sıkıştırdığı şahsi menfaatlere aykırı eylemler de yapabiliriz. O halde bu yaşantıdaki asıl yücelik içimizde barınan kahramanca kaynakları ikrar etmemizdir.

Kant’ın tanımladığı yüceliğin etik yankılarını duymazdan gelemezsiniz, bunu özellikle dinamik yücelikte duyarsınız ama matematiksel yücelikte de duyarsınız: Yücelik, şahsi menfaatlerimizin ötesini duyabilmemizi sağlar, akılcı yansızlık tavrına erişmemizi (ve ondan hazzetmemizi) sağlar, Kant’a göre bencil olmayan etik eylemin temeli budur – yücelikte en üstün ve en sahi özgürlüğümüzü ikrar ederiz.

Cinsiyet ve Başarısız Mutlak’tan

Türkçesi: Işık Barış Fidaner

[1] ç.n. Ondan da önce efkarların yoğulluğu öbürikmiş olmalıdır: “Belli ki mürekkep yalanmış: fikir-efkar, teorik-retorik”, “Yoğulluk (absential): Olmazsa Olmaz Onsuzluk, (S)onlanmaz Vesile, (S)onlanır Vesile” Slavoj Žižek, “İçe Atılan Birikir, Dışa Atılan Öbürikir”

[2] ç.n. Akıl altın = dil altın + el altın + bel altın = ihtiyat stoğu: “Dil Altın, El Altın, Bel Altın”, “Eksikliği dolgulayan ek-Bir (le plus-Un)” Slavoj Žižek

[3] ç.n. Azar azar yakınsayan nesneyi fırıl fırıl düşünme hareketi: “Azar Azar Arzula(la)tan İdealizme Karşı Fırıl Fırıl Dön-Dür(tüley)en Maddecilik” Slavoj Žižek

5 Yorum

Filed under çeviri