Tag Archives: Renk nedir?

Yersiz Kitaplar 24 tane oldu

24 tane olmaları vesilesiyle Yersiz Kitaplar‘ı hatırlatıyorum. Çünkü 24 ikiye de bölünebilir, üçe de bölünebilir. Hatta ikiye art arda üç kez bölünebilir.

Ama karışıklık olmasın: Üç kez ikiye bölünmesinin üçe bölünmesiyle hiçbir alakası yoktur. Üç kez ikiye böldükten sonra isterseniz üçe bölebilirsiniz, istemezseniz bölmezsiniz. Bölünmemiş halde kalır.

Okumaya devam et

2 Yorum

Filed under kitap

Renk nedir? — çeviri derlemesi

renk-nedir-kapakSon versiyon: 6 Aralık 2015

(42 sayfa — PDFLaTeX)

İçindekiler

Renk nedir?

Çocuk Zamanla (Deep Purple)

Nişan Altında Bedenler: Canlı Kalkanları Anlama Çabası (Léopold Lambert)

Biyo-ahlak üzerine (Alenka Zupančič)

Ayrılma (Slavoj Žižek)

Aşk üzerine (Jacques Lacan)

Entropi: İz’in İhtişamı (Jacques Lacan)

Termodinamik üzerine (Jacques Lacan)

Soyut cebiri icat eden kadın: Emmy Noether (Katie Mack)

Yas, yasaya dönüşür (Judith Butler)

Düşlemi savunarak: Slavoj Žižek’e bir yanıt daha (Sam Kriss)

Olsa Olsa Yaya (Courtney Barnett)

Kod Maymunu (Jonathan Coulton)

Hiç (Depeche Mode)

10 Ekim Ankara açıklaması (SYRIZA)

Kardeşlik üzerine (Jacques Lacan)

İmleyen, İmlenen, İmleten, İmlendiren

Diğer kitaplar

15 Yorum

Filed under çeviri, kitap

Düşlemi savunarak: Slavoj Žižek’e bir yanıt daha — Sam Kriss

Kaynak: ViraVerita, Türkçesi: Işık Barış Fidaner; ayrıca bkz yanıta yanıt.

boat

Okumaya devam et

1 Yorum

Filed under çeviri

Kardeşlik üzerine — Jacques Lacan

Herkesin kardeş olmasına harcadığımız enerji, kardeş olmadığımızı açıkça kanıtlar. Doğuştan kardeşimizle bile kardeş olduğumuzun hiçbir kanıtı yoktur — tamamen ters kromozom gruplarını almış olabiliriz. Bu kardeşlik arayışı, geri kalanları özgürlük ve eşitliği saymazsak, epey olağandışı bir şeydir, ve burada neyin örtüldüğünü fark etmek yerinde olur.

Kardeşliğin — yani insan/hüman, her zaman humus kardeşliğinin — bildiğim tek bir kaynağı var, tecrit. Tabii biz öyle bir çağdayız ki tecrit, ıyy! Artık hiçbir yerde asla tecrit yoktur, gazeteleri okursanız bu duyulmamış bir şeydir. Ama işte sosyetede — buna “insan/hüman” demek istemiyorum çünkü terimleri ihtiyatla kullanırım, ne dediğime dikkat ederim, solcu adamlardan değilim, gözlem yaparım — varolan herşey, öncelikle ve ilk olarak kardeşlik, tecrit üstüne kuruludur.

Başka hiçbir kardeşlik tasavvur bile edilemez, ufacık bir temeli yoktur, az önce dediğim gibi, ufacık bir bilimsel temeli yoktur, insanların beraberce tecrit edilmeleri, geri kalandan tecrit edilmeleri haricinde. İşlevinin kavranması ve niye böyle olduğunun bilinmesi meselesidir. Ama sonunda bunun böyle olduğu kafanıza dank eder, ve sanki bu böyle değilmiş gibi yapılması, mutlaka zorluklar getirecektir.

Jacques Lacan 1969-1970 Seminer 17: Psikanalizin İçyüzü, s. 114

1 Yorum

Filed under çeviri

Olsa Olsa Yaya — Courtney Barnett

Seni seviyorum nefret ediyorum çitin üstündeyim herşey buna bağlı iyiyim kötüyüm iyileşiyorum trendleri belirliyorum gerçekten senden hoşlandım horgördüm hayranım ne yapacaz herşey hepsi dökülürken itiraf etmeliyim berbat ettim küçük bir başarı olmalıydı ama konudan saptım en azından elimden geleni yaptım galiba bu o öbürü neden dert edeyim ki ölüm döşeğimde yanımda olmayacak ama ben yine senin kafanda olacağım

Beni kaideye koy da umudunu boşa çıkarayım
İstisnai olduğumu söylersen seni sömüreceğim söz
Bütün paranı ver de biraz origami yapayım canım
Bence sen bir şakasın ama ben seni pek komik bulmadım

İçimde monolog doygun ve analog çizilmiş ve sürükleniyor ben bu fikre bağlandım bunlar hep değişken bir düş tatlı acı felsefe hiçbir fikrim yok ben buraya nasıl geldim içerliyorum varoluşsal zamansal kriz geçiriyorum saadetli yaz saati uygulaması tamir edemez bu az çalışan çok cinsel berbatlığı ilgisizliğimi dışavurmalıyım sıçanlar peşimde kafamın içinde ne derdi Freud olsaydı

Beni kaideye koy da umudunu boşa çıkarayım
İstisnai olduğumu söylersen seni sömüreceğim söz
Bütün paranı ver de biraz origami yapayım canım
Bence sen bir şakasın ama ben seni pek komik bulmadım

Kafamı temizlemek istiyorum terebentin siyanürle hoşlanmıyorum içeride geçen münakaşadan bakışını yakalamaya uğraştığımda nefret ediyorum mutfakta ağladığını görmekten bilmem beni neden böyle yapıyor oysa benim bile değilsin düşününce hatalı uyumlu iffet tasladığımı söyleyemem kirli çamaşır sanırım hepimiz fazla hızla büyüyoruz sahteyim ben düzmeceyim uyanığım yalnızım ben sadeyim Akrep burcuyum

Beni kaideye koy da umudunu boşa çıkarayım
İstisnai olduğumu söylersen seni sömüreceğim söz
Bütün paranı ver de biraz origami yapayım canım
Bence sen bir şakasın ama ben seni pek komik bulmadım

Okumaya devam et

1 Yorum

Filed under çeviri, şarkı

Termodinamik üzerine — Jacques Lacan

Kölenin bilgisini ondan çıkartan şey –yakından bakarsak– Hegel’in evrelerini adım adım izlediği tarihin tamamıdır. Hegel’in bu tarihi istikametini görmeden izleyebilmesi olağandışıdır ve haklı bir nedenle: Hegel Newton’un keşifleri alanındaydı henüz, termodinamiğin doğuşuna tanık olmamıştı henüz. Termodinamik adını alarak bütünleşen bu alanı oluşturan formülleri Hegel eğer devreye sokabilseydi, belki orada imleyenin hükmünü tanıyabilecekti. Orada imleyen üst üste tekrarlanır: S1, gene S1. Okumaya devam et

2 Yorum

Filed under çeviri

Soyut cebiri icat eden kadın: Emmy Noether — Katie Mack

Katie Mack — 19 Ekim 2015 — cosmosmagazine.com

Matematikçi Emmy Noether fizikte yeni bir yaklaşımın temelini atan bir dahiydi.

Matematikçi Emmy Noether fiziğe yeni bir yaklaşımın temellerinin atılmasına yardımcı oldu. Manevi Kredi: Science Photo Library/Getty Images

Matematikçi Emmy Noether fizikte yeni bir yaklaşımın temellerinin atılmasına yardımcı oldu. Manevi Kredi: Science Photo Library/Getty Images

Doğal seçilim biyolojide neyse, Noether Savı da kuramsal fizikte odur. Kuramsal fizik hakkında bildiğimiz herşeyi kapsayan bir denklem yazsaydınız, Feynman’ın, Schrödinger’in, Maxwell’in, Dirac’ın katkısı olan terimleri o denklemde tek tek işaretleyebilirdiniz, ama denklemin üstüne “Noether” yazacak olsaydınız bütün o şeyi kaplaması gerekecekti.

Okumaya devam et

7 Yorum

Filed under çeviri

Entropi: İz’in İhtişamı — Jacques Lacan

İmleyen bir özneyi bir başka imleyene temsil etmekle ifadelendiriliverir. Keyfiyete [jouissance] yönelen o başlatıcı yinelemeye bu yolla anlam veririz.

Böylece şunu kavrarız: Öyle bir düzey vardır ki bilgiye hükmeden, onu ifadelendiren, saf formel lüzumlardır, yazının lüzumlarıdır. Bunların güncel karşılığı da belli bir mantık tarzıdır ki mantık zaten yazının ele alınması demektir. Çağdaş mantık deneyimiyle desteklenen bu bilgi, analitik klinikte yinelemenin etkisini ölçerken işleyen bilginin aynısıdır. Bize en damıtık gözüken bilgi odur, ampirik gözlemden damıtıp çıkarılamayacağı besbelli olsa bile.

Okumaya devam et

14 Yorum

Filed under çeviri

Aşk üzerine — Jacques Lacan

(öncesi: Değildir)

Aşk [l’amour] (adamı) işaret eder (imler) ve her zaman karşılıklıdır/müşterektir/karşıldır, eskiden beri dediğim gibi.

Nazikçe söyledim, “hisleriniz hep karşılıklı” dedim, şöyle sorasınız diye:
— Peki ya, peki ya, aşk nasıl, aşk nasıl, o da hep karşılıklı mı?
— Hiç olmaz mı, hiç olmaz mı!
Bilinçdışı zaten bu iş için icat edilmedi mi? İnsan kendi arzusunun Başkasının arzusu olduğunu fark etsin diye. Sevgi tutkusu bu arzuyu bilmezden gelse de onu tamamen kapsar. Yakından bakılırsa bunun tahribatı görülür.

Okumaya devam et

9 Yorum

Filed under çeviri

Ayrılma — Slavoj Žižek

Lacan’ın ‘ayrılma’ dediği şeyin en zor ve acı veren yanı, keyfiyetin katı nüvesi ile bu nüvenin farklı ideolojik alanlara yakalanış yolları arasındaki mesafenin muhafaza edilmesidir — keyfiyet ‘karar verilemez’, ‘yüzer-gezer’dir. Bir rock yıldızına hayranlarının gösterdiği heves ile dinibütün bir Katolik’in Papa karşısında yaşadığı dinsel trans, libidinal olarak aynı görüngüdür; aralarındaki fark sadece onları destekleyen farklı simgesel ağlardadır. Sergei Eisenstein’ın provokatif başlıklı makalesi ‘Santrifüj veya Kase’nin amacı tam olarak kendinden geçmenin (keyfiyete verdiği isim) bu ‘tarihdışı’ tarafsızlığını vurgulamaktır: ilkesel olarak, Kase karşısında bir şövalyenin kendinden geçmesi, maşuk karşısında bir aşığın kendinden geçmesi, süt sağmak için yeni bir santrifüj karşısında kolhoz çiftçisinin kendinden geçmesi ile aynı doğadadır. Eisenstein’ın burada bahsettiği Loyolalı Aziz Ignatius, dinsel kendinden geçme tekniği üzerinde dururken, pozitif Tanrı figürünün ‘nesnesiz’ kendinden geçme anından sonra ikincil olduğunu kabul eder: ilk olarak nesnesiz kendinden geçme deneyimimiz vardır; daha sonra bu deneyim tarihsel olarak belirlenmiş bir temsile kendisini iliştirir — burada karşılaştığımız ‘bütün olanaklı (simgesel) evrenlerde aynı kalan’ Gerçek’in bir örneğidir. Yani birisi kendi yoğun dinsel deneyimini tarif ederken onu eleştirenleri ısrarla ‘Hiç anlamıyorsunuz! Daha fazlası var, sözcüklerin ifade edemeyeceği bir şey var!’ diye yanıtladığında bir çeşit perspektif yanılsamasının kurbanı olur: başkalarıyla (inanmayanlarla) paylaşılamayan eşsiz ve tarifsiz nüve olarak algıladığı kıymetli agalma tam olarak her zaman aynı kalan şey olarak keyfiyettir.

Slavoj Zizek, Düşlemler Salgını, sayfa 62

Türkçesi: Işık Barış Fidaner

 

The most difficult and painful aspect of what Lacan call ‘separation’ is thus to maintain the distance between the hard kernel of jouissance and the ways in which this kernel is caught in different ideological fields — jouissance is ‘undecidable’, ‘free-floating’. The enthusiasm of fans for their favourite rock star and the religious trance of a devout Catholic in the presence of the Pope are libidinally the same phenomenon; they differ only in the different symbolic network which supports them. Sergei Eisenstein’s provocatively entitled essay ‘The Centrifuge or the Grail’ aims precisely at emphasizing this ‘unhistorical’ neutrality of ecstasy (his name for jouissance): in principle, the ecstasy of a knight in the presence of the Grail, and the ecstasy of a lover in the presence of the beloved, are of the same nature as the ecstasy of the kolkhoz farmer in the presence of a new centrifuge for skimming milk [or the ecstasy of someone with respect to an iPhone for that matter]. Eisenstein himself refers to St Ignatius of Loyola who, elaborating on the technique of religious ecstasy, acknowledges that the positive figure of God comes second, after the moment of ‘objectless’ ecstasy: first we have the experience of objectless ecstasy; subsequently this experience is attached to some historically determined representation — here we encounter an exemplary case of the Real as that which ‘remains the same in all possible (symbolic) universes’. So, when someone, while describing his profound religious experience, emphatically answers his critics, ‘You don’t really understand it at all! There’s more to it, something words cannot express!’, he is the victim of a kind of perspective illusion: the precious agalma perceived by him as the unique ineffable kernel which cannot be shared by others (non-believers) is precisely jouissance as that which always remains the same.

Slavoj Zizek, Plague of Fantasies, page 62

 

5 Yorum

Filed under çeviri