Lise Andaç (2001)

Kırkıncı yaşımın dolması şerefine andaç yazılarımı anonimleştiriyorum. (Ortaokul Andaç)

Tekerin şişmesi kafanın dolması makbûldür derler. Bizim kafamız da doluydu. Hem de boşluklarla. Senin kıskanılacak derecede üstün zekanla, benimki birleşip doldururdu boşlukları dört boyutlu hayaller tiyatromuzdaki klasik gitar sesleri eşliğinde. Daha ne diyim… Ortak yönce zengin arkadaşlığımızın kuracağımız bilgisayar oyunu şirketinde devamına kadar, esen kal…

Seninle acıyı tam anlamıyla bir tek elektriklerin kesildiği gün paylaştık galiba. Gerisi “mutlu ve başarılı geçen lise yılları” günlerinden kesitlerdi. Yalan söylemenin sırası değil, yaşı değil. Ağrı’da, senin de bildiğin gibi hiçbir zaman istediğim müziği yapamadım. Senin için ise gitar çalıyor olmak yeterliydi. Müziğin benim için anlamı ise senin mantık süzgecinden hiçbir zaman geçemeyecek. Diğerlerinin baktığı gibi bakmıyorum tabi ki sana ama, mantığını “at gözlüğü” işlevine sokma hiçbir zaman.

Işıksız Ağrı düşünülemez…

X dertlidir. Suratında bir şamar gibi patlamış ve sonra da tel tel dağılmış melankoliklik bulutları çoktan gözünün önünü bile görmesine izin vermemektedir. İşte Barış böyle bir anda karşısına çıkar ve her seferinde “yeni tanışmış olduğu” bir insan kılığında sıcacıktır. X, birlikte geride bırakılan anların “çabasız” ve “kasıntısız” rahatlamalarıyla neler paylaşmamıştır ki onunla! “Geyik” gibi görünse de, anlamla yüklenmişlikleri belli, karalanmış defter köşelerini, sarsılıp duran bir otobüste yazılan “çiçek kokulu” gelincik gazelini, zor ve sanırım baştan çözümsüz geometri problemlerini ve en dokunaklı olanlardan; biraz da koruma derneği üyeliğini falan yaptığı Grup Ağrı’yla yaşanan tüm güzellikleri…

Beni doğru anlayabilmek için her sorumun arkasından sorduğun bir sürü cümle geçiyor şimdi aklımdan, çoğu “yani”yle başlayan. Aktif dinleme denilen şey bu olsa gerek. Pek çok konuda aktif olan sen, cümlelerimizdeki gizli anlamları anlamada pasif gibi görünsen de çoğu zaman, bu konudaki pasiflik bile çok iyi oynanan bir roldü bence. Elinde gitarınla gözümün önündesin şimdi, siyah giymemekte direnirken. Acenda için alınan boya kalemleriyle daha bir renklendiyse de hayat, sen bundan çok önce de renkli biriydin hep. Deniz’in babası sayılabilecek Acenda’yı yarattığın için ayrıca teşekkür etmeliyim sanıyorum, diğer teşekkürlerin yanında. Bir de seni tanımam için sadece bir giriş olan Ağrı’yı kucaklıyorum tüm kalbimle. Dostluğun çekilebilecek nice ağrıya değer çünkü. Yüz verince astar istemek gibi olacak ama, kendimle “barışık” olmama yardım eden, o soru dolu çocuk olarak kalamaz mısın yanımda?

Paylaşılacak ne çok şey var aslında… Ama… Böyle susmak, rahatsız edici… Söylenecek bu kadar şey varken… Acelesi yok di mi? Yavaş yavaş… Süremiz sınırlı değil ya? Koca bir ömür var önümüzde. Daha yaşanmamış maceralar… Daha yazılmamış programlar, bulunmamış “bug”lar… Daha kırılmamış bankların üzerinde bir ağacın dalları arasından seyredilecek yıldızlar… Daha bestelenmemiş şarkılar… Daha verilmemiş konserler, kaydedilecek konserler… Daha keşfedilmemiş gruplar… Ve kim bilir daha neler… Kimi iddialıca “hiç unutulmayacak”, nice hatırlanmaya değer şeyse belgelenmeden hafızamızdan silinecek. Umarım ileride daha nicelerini paylaşacağımız günler olur. Paylaşılacak ne çok şey var aslında…

Fedakârca bir birliktelik düşünülürse iki kişi arasında; ben, öylesine sıkı bir bağlılığı sen ve annemde (!) gördüm. Düşünen adam ya da “sırf beyin” diye nitelendirildin bizim sınıfta. Senin kadar derinine, gittiği yere kadar düşünenini görmedim şu ana kadar; fiziği, kimyayı göçerten daha başka kimi tanıyabilirim ki? Bir de Ağrı var seninle ilgili aklıma gelen. Neydi o şarkı konserde seslendirdiğin? “Kayan yıldız kayıp gitme…” Ömrün boyu hiçbir sevdiğinin kayıp gitmemesi ve bilgisayarlarla arandaki bağın kopmaması dileğiyle.

7-8 senelik tanışıklık bile onu çözmeye yetmedi. Bir insan bu kadar prensipli ve bu kadar mantıklı olamaz. Kesinlikle pil, para, telefon kartı gibi fani ihtiyaçlarda yanına yaklaşmak yersizdir. Kesin bir hayır’ı yüzünüze şamar gibi yersiniz. Amma velakin konuşmaya doyum olmaz, mantık çerçevelerinde kendi mantığımın yetersiz kaldığı yerlerde ona başvururum. Ve o sağlam bir kaya gibidir. Bu teorimi yıkan tek şey “güneş tutulması” oldu ve Barış artık tanıdığım Barış değildi! Onunla tanışıklığımız ilkokula dayanır ve taa o zamandan yaptığımız tiyatroda Kral Akıl’ı seçerek kararlılığını göstermişti . Mürekkep yerine limon suyu kullanarak doldurduğumuz kağıtlar, bilgisayar oyunları, sürekli birbiriyle yarışan o iki çocuk geride kaldı artık. Beni Scrabble’da yenmesini ve pi sayısını ezbere bilmesini hiç kaldıramazdım. Hatta hatırlıyorum da öpüşerek çocuk yapılmadığını ondan öğrenmiştim. İlerisi için Barış’tan istediğim beni hatırlaması değil –bu çok fazla olur– sadece kendini unutmaması! Seni özleyeceğim dostum.

Çok farklı bir ortama girerken, yaşadığım zorluklara alışmamda ve yeni bir çevreye ısınmamda bana en çok yardımı yapan olduğun için sana sonsuz teşekkürler. Odamızın gergin atmosferinde senin yanında olmanın rahatlığıyla duygularımı açtım sana çoğu kez. Sen hayatın bana çok az kez sunduğu tatlardan biriydin. Bir X banyo yapıp yatar, iki X satranç oynar, bir Y zeybek oynar. Bir Barış da düşünür. Beni düşüncelerinden eksik, yüreğinden uzak etmemen dileğiyle.

Seni o kadar yanlış kabul etmişim ki şaşıyorum. Eğer yatakhanedeki o aynı dört duvarı paylaşmasak hala öyle olacaktı. X ve Y uyuduktan sonra geceyarılarına kadar yaptığımız muhabbetler çok güzeldi. Allahtan çayı sen de benim kadar seviyordun da kettle’ı doldurma gibi zor bir görevi tek başıma üstlenmedim. Müziğe olan ilgin ise beni de sürekli gazlamıştı, oysa ben kendimi geliştirme yolunda miskinliğimi yenemedim hiç. O içten gülümsemen her zaman için karşındakini de mutlu etti çünkü sen gülerken gözlerinin içindeki o ufak pırıltılar da sana eşlik ediyordu. Paylaştığın bütün güzellikler için teşekkür ediyorum. Mutlu olmanı dilerim.

Bir yıllık bir oda mazimiz var seninle fakat bu bir yıl içerisinde aslında insanlar için ilk izlenimlerin ne kadar yanlış olabileceğinin farkına vardım. Demek hep düşündüğünü, insanlarla pek bir şey konuşmadığını zannettiğin kişiler de meğer yeteri kadar neşeli ve paylaşımcı insanlar olabiliyorlarmış. Bir de elinden hiç bırakmadığın o gitarın. Başlarda biraz yadırgıyordum gecenin yarısına kadar duyduğum gitar seslerini fakat daha sonra seni gitarsız yadırgamaya başladım. O içten gülüşün hayat boyu seninle olsun. Hoşçakal.

Okulun ilk günü. Törenden sonra sınıfa biraz geç girmiş olacağım ki boş yer yok gibiydi. Gözlük takmama rağmen iyi göremediğimden önlerde oturmak istiyordum. Ceketimi astıktan sonra sağ ön sırada, kapının en yakınında seni gördüm. Terlemiş yüzün sıcaktan kıpkırmızıydı. Hiç bilmediğim senin yanına oturmamla birlikte tadına doyamadığım 1,5 senelik sıra arkadaşlığımız başladı. Uzun akşam etütlerinde ve teneffüslerde, derslerde bol bol konuşma fırsatımız oldu. 5 kavuk 3 vezir sorusundan benden ordu yapacaklara, uzaylıları uydu yapmaya kadar. Derslerde hiç kimseninkine benzemeyen soruların, kılı kırk yaran düşüncelerin ile dikkat çektin. Gerçekten “sırf beyin” olduğunu defalarca gösterdin. 1,5 seneden sonra ise ayrılanlardan ötürü sınıf boşalınca sen arka sıralara geçerek en öndeki sıramıza ihanet ettin. Bense bunu hiç yapmadım. 3 senelik yolculuğumuz bitse de geriye hatırlamaya değer pek çok öykümüz kalacak.

Gerek davranışların, gerekse düşüncelerinle hayatta tanıdığım en farklı insanlardan birisin. Konuşmak yerine çoğu zaman düşünmeyi tercih eden, biraz içine kapanık ama birçok olumlu özelliği de içinde barındıran biri. Her konuda orjinal fikirlerin, müthiş resim kabiliyetinle sıyrıldın aramızdan, “beyin” lakabıyla bütünleştin. Geceleri ne kadar uyuyorsun bilemiyorum ama kaç kere Cigo’nun “Barıışş, uyuyosuun!” sözleriyle uyandığına şahit olup gülmekten yerlere yattığımı hatırlıyorum. Şimdi ayrılık vakti, evet güneş ufukta battı ama unutma ki mutlaka bir gün, başka bir yerde doğacaktır.

Hayatta senin kadar orjinal tavırlı ve bu tavırlarından taviz vermeyecek kadar istikrarlı çok insanla karşılaşabileceğimi sanmıyorum. Bu okulda ve çevrede senin gibi felsefe takılan, hayatın anlamını sorgulayan, başka bir alemde yaşayan, senin gibi yazıp çizen çok insan olsa da bunların çoğu senin yaratıcı ve zeki ekolünün basit taklitleri olmaktan ileri gidemez. Ve eminim ki hiçbiri uyur göründüğü dersin ortasında bir anda ayağa kalkıp zavallı hocaların 20 yıldır öğretip durduğu şeyleri çökertemez. Ne kadar çoğumuzun ait olduğu somut dünyadan çok uzak görünsen de acendanda yazıp çizdiklerinle aslında bu dünyayı çok iyi anladığını incelikle ifade ediyorsun. Keşke acendanı hayatımın sonuna kadar okuyabilseydim ama bu sanırım imkansız çünkü başka yerlerde başka insanlar da bu ilginç defterlerde yer alabilmek ve onları okumak için bekliyorlardır herhalde. Acendanda yer bulabildiğime ve senin gibi çok yönlü biriyle karşılaştığıma mutluyum. Hayatının geri kalanında da hep böyle farklı olmanı temenni ederim. Çünkü sen farklı olduğun ölçüde varsın.

Işık deyince aklıma ilk resim yeteneği geliyor. Belki çok klasik olacak ama ilk haftalarda onun bu yeteneği onu takdir etmemin nedeni oldu. Tabi ki takdire değer tek yönü bu değilmiş meğersem. Bunu aynı sınıfta geçen 3 sene gösterdi. Ağırbaşlı ve gayet mantıklı, çocukluğa kaçmayan tavırların sana olan saygımı bir kat daha artırdı. Karşındaki kişiyi eziyim de ondan daha üstün olayım gibi bir düşünce hiçbir zaman senin aklında yer edinemedi çünkü sen insanları seven ve onlara değer veren nadir insanlardansın. Dışarıdan soğuk görünsen de yakından tanıyınca ne kadar sıcakkanlı olabileceğini de gördüm. Hayatta her zaman mutlu olman ve o derin düşüncelerinde hiç rahatsız edilmemen dileğiyle.

“Bir defter vardı. Öyle bir defter ki… Sanki yaşanan ortamı, anıları kameraya alır gibi… İçinde herşey vardı. Herkesten birşeyler vardı onun içinde… Birçok yaşanan öyküye evsahipliği yapan bir defter. Sınıftakilerin lise hayatını aynen görebilmeleri için bu deftere biraz bakmaları yeterliydi. Tabi ki bunun bir de sahibi vardı. Kimseye zararı olmayan (Üzerine biraz gitsek kalkıp hemen kuvvetini gösterirsin hani, o başka) zeki mi zeki, sakin mi sakin birisi. Sürekli düşünürdü. Her an yeni birşeyler yaratmak için uğraşırdı. Çoğu zaman muhalefetti (Bu sayede Aliço’nun gözüne hemen girdin (!))… Bazen saçmalardı ama olur o kadar. Bazen gitar çalardı. Konserler verirlerdi. Bir de belki hayatının en önemli arkadaşı, bilgisayarı vardı,” diye hatırlayacağım seni. İyi ki vardın ve yazdın. Bu yaratıcılığın sayesinde mutlaka aranan bir bilgisayar mühendisi olursun. İleride görüşmek dileğiyle…

Bu sınıf içinde üç sene boyunca korkunç zekan ve özgün davranışlarınla dikkatimi çektin sen. Farklı birisin sanırım. Bir de saflığındı gözüme çarpan. Böylesine korkunç, böylesine saf bir zeka hayrete düşürüyor bazen beni. Şu üç sene içinde bile seni yeterince tanıdığıma inanmıyorum. Umarım bundan sonra seni daha yakından tanıma fırsatı bulurum. Başarının ve mutluluğun hep yanında olmasını dilerim.

“Neden, nasıl ve ne şekilde?” Onu hep soru soran ve orjinal cevaplar bulan birisi olarak gördüm. Herkes onun köşesine çekilmiş, uyuyor olduğunu düşündüğü sıralarda aslında aklından neler geçmez ki? Neyse, bunlar bir yana sınıftaki tek BAL’lı arkadaşım Barış’ı düşündüğümde hep olumlu şeyler hatırlıyorum. Umarım ileriki hayatımızda yine görüşürüz. Hep güzel şeyler düşün…

Sıranda sessiz, sakin oturur, müzik dinler, bir şeyler karalardın. Kendini dünyadan yalıtmış gibiydin. Ağrı ile yaptığın şarkılar da çok güzeldi. Bilgisayar mühendisliğinin de piri olacağına kuşkum yok. Yeni besteler, çok daha iyi besteler dileğiyle…

Lise 1 miydi, Lise 2 miydi şimdi hatırlamıyorum. Herşey Gönül Bakşi’nin şu sözleriyle başlamıştı: “Bunu hiç düşünmemiştim, demek tüm bu grafikler… Oysa bütün kitaplarda bu tür sorular var.” Zaten temelleri sarsılmış olan Kimya çökmüştü. Hepsi bir anda olup bitmiş, kimse olanların farkına varamamıştı. Bunu sen yapmıştın. Derken Kimya yalnız çökmeyi içine sindirememiş olacak ki yanında Fizik’i de götürmüştü. Lütfü hoca: “Beyefendi, bu kadar derin düşünme.” İşte bu sözler Fizik’in yerle bir oluşunun en büyük kanıtı olarak kayıtlara geçirildi. Dersler dersleri kovaladı. Tüm eğitim sistemi bir harabeye döndü. Yıkılmadık bir beden kaldı. Umarım bilgisayar mühendisliğini de bu derece çaresiz bırakmazsın. Beni her zaman hatırlaman dileğimle…

Sınıfın Peter Pan’ı, Splinter’ı, ilginç ötesi insanı IBF. Her ders ayağa kalkıp bütün teoremleri çürüten, hiçbir şeyin doğruluğuna inanmayan tam bir filozofsun. Benim gibi hatta benden daha fazla olan bilgisayar aşkın ve herkesin içinde parmağı olan cilt cilt ajandalarınla sen tam bir sıradışısın. Sınıfta herkesin sevdiği, fakat sağı solu belli olmayan çok rahat tavırlarınla hocaları bazen çileden çıkartman, hatırımda kalan güzellikler. Müthiş resim yeteneğine gerçekten hayrandım. Eğer beni unutursan resmimi çizmeyi dene, başaramazsan beni ararsın!

(İFL: İzmir Fen Lisesi)

3 Yorum

Filed under Şey