“Kadın” ve “Erkek” dediğimde elbette ne biyolojik kategorilerden ne de onların kültürel kılıflarından söz ediyorum, daha ziyade, simgesel sistemin kimlik vermeyi becerememesi karşısında öznenin alabileceği iki konumdan söz ediyorum. Hem Freud hem de Lacan’a göre, cinsel fark, nazar (gaze) ve punctum‘daki (Barthes) görsel bozulmalar gibi, simgeselin başarısızlığından ortaya çıkar. Joan Copjec’in sözleriyle, cinsiyet ancak “söylemsel pratiklerin bocaladığı yerde” belirir, “anlam üretmeyi başardığı yerde asla değil” (Copjec, Arzumu Oku 204). İki cinsiyet, simgeselin başarısız olmasının mantıken mümkün iki yolunu belirtir; onun iki “tekleme şeklini” (Copjec 213) temsil eder [1]. Lacan’ın sözleriyle, “cinsel ilişkiyi berbat etmenin bir erkek yolu vardır, ve bir başka … dişi yolu vardır” (Lacan, Encore 58, 57). “Bu berbat etme,” Lacan’ın iddiasına göre, “bu ilişkiyi gerçekleştirmenin tek yoludur, şayet benim dediğim gibi cinsel ilişki diye bir şey yoksa” (Lacan 58). Lacan’a göre, eril tekleme şekli fallik imleyene [Φ] tekabül eder, dişil şekil ise Öteki’ndeki eksikliğin imleyenine [S(Ⱥ)] tekabül eder. Cinsiyetlenme konumları, o halde, gelenek ya da doğa yoluyla ortaya çıkmaz, mantık yoluyla ortaya çıkar, Lacan’ın önerdiği ve Joan Copjec’in Arzumu Oku‘da titizlikle tahlil ettiği matematiksel formül bunu gösterir.
Okumaya devam et →