Mark Devenney
20/04/2014
Ernesto Laclau ile ilk tanışmam 1992’de Johannesburg’da oldu. Ben bir MA öğrencisi olarak siyaset çalışıyordum, dünyayı yorumlamakla kalmayıp değiştirmeye niyetliydim. Gerçi parti çizgileriyle, parti disipliniyle, Marksist kuramla ve zor soruları bırakın yanıtlamayı, sormayı bile reddeden parti üyeleriyle mücadele ettim. Apartheid bağlamında, apartheid rejiminin hem devrimci bir reddini hem de ciddi bir kavramlaştırmasını sağlayan tek politik söylem Marksizmdi. Bilgi ile güç öğrenci eylemcilerin dilinde pek kolay kaynaşıyordu. Uygunsuz sorular soranlar burjuva önyargı kalıntılarına karşı yeniden eğitiliyordu. 1989’da Hegemonya ve Sosyalist Strateji‘yi okudum. Bu kitap, sol bağlılığı kesinlik politikalarından muaf bir dil ve politika ile kaynaştırma yollu çabalarıma anlam kazandırdı, ki bu kesinlik, okuduğum ve gördüğüm Marksizmin çoğu kısmında güç sahiplerinin daha fazla güç kullanmasının bir başka mazereti olmaktaydı. Okuduğum başka hiçbir şey Laclau ve Mouffe okurken deneyimlediğim içgüdüsel heyecanı vermedi. Özenle tartışılmış metinleri politik mücadelenin örgütlenişini yeniden düşünmemi, güç ve bilgi arasındaki ilişkiyi yeniden formüle etmemi, olumsallığa olan bağlılığı ciddiye almamı sağladı. Eşitlik ve özgürlüğün herkese doğru genişletilmesinde ısrar eden radikal bir demokratik imgeseli de benimsemişlerdi. Metin iki krize yanıt verdi. İlki, küresel neoliberal söylemin yükselen hegemonyası. Birçok okur şunu unutur: Hegemonya ve Sosyalist Strateji‘nin dördüncü bölümündeki kuramlaştırma ve düşünme, galibiyetçi (basmakalıp kesinliğinde hararetli ama dünyanın her köşesini kendi kararmış imgesinde dönüştürmeye yazgılı) neo-liberalizmin yükselişine karşıdır. İkincisi, Ernesto radikal politikayı hem Marx’la hem de ona karşı düşünmeye başlamıştı, tek parti diktatörlerine ve ‘komünist’ etiketini en iğrenç pratikleri gerekçelendirmekte kullanan devlet kapitalisti uzlaşı-oluşumlarına karşı Doğu Avrupa isyanlarının havasını yankılayan bir radikal politikaydı bu.
Okumaya devam et →