Şimdiki bir zaman yenik sayılır — kalabalık kendini ilan etmezse – Alain Badiou

23 Nisan 2014

Bir kez daha söyleyeceğim, çağımızdaki baskıların temel figürünün sonluluk olduğunu düşünüyorum. Bu seminerin stratejik ekseni çağdaş dünyayı eleştirmenin aracını sağlamaktır, bunun için de propagandasının, etkinliğinin, vb. içinde bir şeyi tespit etmektir: sonluluğun dayatılması, yani, insanlığın imkanlı ufukları arasından sonsuz olanın dışlanması. Bugünden yıl sonuna kadar bütün derslerde, günümüzde gerçekleşen bildik şeylerin veya sürekli kullanılan kategorilerin birer sonluluk figürü olarak veya sonluluğa indirgeme işlemleri olarak nasıl temsil edildiklerine dair örnekler vermek istiyorum. Böylece bu şeylerin her birisi sonluluğun genel baskıcı görüsünün terimlerince kapsanabilir.

Bugün Ukrayna örneğini, Ukrayna’daki tarihsel olayların onu hem kuran hem de kuşatan propagandacı mutabakata hizmet etme yollarını ele almak istiyorum (sonraki derslerimizde yine mutabakat gölgesindeki hegemonik iki bağlı kavramı ele alacağım: cumhuriyet ve laikçilik kavramları —ve sahte değişmezler: değişmez olduğu, bildik bir düşünce olduğu, hatta bizi birleştiren şeyin kanıtı olduğu varsayılan şeyler).

Ukraynadaki duruma dair beni çarpan şey, basını okuyarak radyoyu dinleyerek vb. öğrendiklerimizi düşününce, çağdaş dünyanın bütünsel stagnasyonu olarak adlandıracağım bir işleme göre yakalanmaları ve anlaşılmalarıdır. Bildik anlatıya göre Ukrayna Putin’in despotluğuyla ilişkisini keserek özgür Avrupa’ya katılmak istemektedir. Sevgili Avrupamıza —sözkonusu özgürlüğün anavatanına— katılmayı amaçlayan demokratik ve liberal bir başkaldırı vardır, ne var ki Kremlin’in adamlarının, korkunç Putin’in modası geçmiş alçakça manevraları, bu doğal arzuya karşı yönelmiştir. Bütün bunda çarpıcı olan şey, her şeyin statik bir çelişkinin terimleriyle çerçevelenmiş olmasıdır. Ukrayna meselesinden çok daha önce, sürekli işbaşında olan, özgür Batı’yı bütün geri kalanlardan ayıran temel bir şema hep vardı. Özgür Batı’nın tek bir misyonu vardır, o da ona katılmak isteyenleri savunabilmek için her yere müdahale etmektir. Ve bu statik çelişkinin ne bir geçmişi ne de bir geleceği vardır.

Geçmişi yoktur çünkü —ve Ukrayna örneğinde bu özellikle tipiktir— Ukrayna’nın kendi gerçek tarihine dair hiçbir şey dikkate alınmaz, adlandırılmaz, tarif edilmez. Geçen haftadan önce Ukrayna kimin umrundaydı? Birçok insan nerede olduğunu bile pek bilmiyordu…. Ukrayna, Avrupalı özgürlüğün şampiyonu olarak, birdenbire Tarih sahnesine çıkabilmekte; çünkü orada gerçekleşen şey Avrupa —özgürlük, demokrasi, hür teşebbüs ve benzeri ihtişamların anavatanı— ile bütün geri kalanlar —Putin’in barbarlığı ve yanında gelen despotluk dahil olmak üzere— arasındaki statik çelişkinin terimleriyle tarif edilebilmekte. Geçmişi yok çünkü bütün bunların nereden geldiğini bilmeyiz, mesela Ukrayna’nın yüzyıllarca Rusya denilen şeyin bileşeni olmuş olduğunu; daha çok yakın zamanda bağımsız bir Ukrayna’nın çok belirli bir tarihsel sürecin —Sovyetler Birliği’nin çözülmesi— çerçevesi içinde şekillendiğini bilmeyiz. Benzeri şekilde, Ukrayna’nın her zaman ayrılıkçı eğilimleri olduğunu ve bunların sürekli olarak reaksiyoner olmuş olduğunu: yani güçlü reaksiyoner güçler ve daha da kötülerince desteklendiğini bilmeyiz. Ukrayna’da kutsal şehirleri Kiev olan Ortodoks rahipler sınıfı bütün bunlarda belirleyici bir rol oynamıştır ki yeryüzünün en reaksiyoner varlığı, Emperyal Ortodoksluğun megalomanyak bir merkezi olduklarını söylemek bile gereksiz. Bu ayrılıkçılık belirli anlarda kimsenin hele Rusya halkının asla unutamayacağı aşırılıklara ulaştı. Rusya topraklarından gelen, Nazilerce silahlanmış örgütlü orduların büyük kitlesi Ukraynalıydı. Köyleri —Fransız köyleri de— bütünüyle kan ve ateşe bürüyen Ukraynalıların tarihini bile okuyabiliriz bugün. Fransa’nın merkezindeki direnişçiler üzerindeki zulmün büyük bölümü Ukraynalılarca yürütüldü. Kimlikçi değiliz, ‘Bu Ukraynalılar ne kadar piç!’ diyecek değiliz, ama bütün bunlar bir tarih oluştururlar, Ukrayna’daki belirli bir dizi politik öznenin tarihini oluştururlar.

Dahası, bu çelişkinin geleceği yoktur, çünkü gelecek önceden kurulmuştur: Ukraynalıların arzusu aziz Avrupa’ya, halihazırda mevcut bir özgürlük kalesine doğru yürümek olacaktır. Bu sonluluğu dayatan işlemler burada bizzat zaman ile ilişkilenmekte. Zaman bittiyse, durmuş olduğundandır. Propaganda zamanı hareketsiz bir zamandır. Oluşmakta-olan-zaman için propaganda yapmak çok zordur: bir varlık için propaganda yapabiliriz, bir oluş için değil. Ve buradaki propagandaya göre Ukraynanın başkaldırısı statiktir, yani hiçlikten ortaya çıkmıştır ve zaten varolan bir şeye, demokratik özgür Avrupa’ya doğru yönelmiştir.

Fransa’da bütün bunların özsel bir kişileştirmesi bulunmakta, o da Bernard-Henri Lévy. Ne zaman sonluluğun dayatılması gerekse, bunu yerine getirmek için meydana fırlamakta. Diyebiliriz ki ne zaman BHL devreye girse, sonluluğun davullarını çalmak için gelmektedir. Fakat esas işlemin derdi hiç de Ukrayna değildir: Fransız propagandacıların umurlarında bile değildir Ukrayna’nın kaderi, inanın bana. Onların tek ilgilendiği aziz Avrupa’dır, herkes tarafından Ukraynalıların eylemlerini, insanlığın bütünü için Avrupa’nın taşıdığı muazzam değerin açık bir kanıtı olarak görülmesini isterler. Ukraynalılar bile, ki haklarında kimse bir şey bilmez ve daha ziyade uzak ve kısmen müphem figürler olarak sunulurlar, Avrupa’ya girmeyi o kadar şiddetle, yaşamlarını riske atacak kadar istediklerine göre —ve Maidan Meydanı’nda gerçekten ölenler oldu— o zaman demokratik Avrupa’nın bir hiç sayılamayacağından emin olunabilir. Batı için bir çeşit arzu yaratan —bu arzuda gerçek payı var, bu noktaya sonra döneceğim—, ve bu yolla kendi ideolojik, politik, kurumsal, vb. konumlarını sağlamlaştıran Batı için bir özürdür bu.

Ayrıca diyebiliriz ki Ukrayna’nın kavrandığı şimdiki zaman da özgün değil, sahtedir. Birazdan açığa çıkacağı gibi, ‘Şimdiki zamanın imgeleri’ seminerimdeki esas bir temaya göre, her özgün şimdiki zaman, geçmişin geleceğe yönelik bir burkulması ile kurulur. Şimdiki zaman geçmiş ve gelecek arasında duran homojen bir blok olarak işlenmiş olan şey değil, ilan edilen, dolayısıyla hem geçmişten gelen bir tekrara, hem de geleceğe doğru yansıtılan eğriye, gerilime yol açan şeydir, öyle ki şimdiki zaman sonsuz potansiyelin taşıyıcısıdır. Eğer Ukrayna’daki ayaklanmanın şimdiki zamanı sahte ise, o zaman geçmişi yoktur ve geleceği zaten gelmiştir. İşte bu yüzden özgün bir şimdiki zamanın işareti olabilecek özgün bir ilan ediş yoktur. Başka şekilde ifade edersek, sonluluğun dayatılması Ukrayna’daki başkaldırıyı sanki gerçekte yeni bir şey ilan edilmemiş gibi göstermektedir. Ve yeni bir şey ilan edilmediğinde, hiçbir şey ilan edilmiş olamaz. Mallarmé’nin sözledikleri bununla yakından ilgili: Şimdiki bir zaman yenik sayılır — kalabalık kendini ilan etmezse. Ukraynalıların söyledikleri buradaki herhangi bir propagandacının söyleyebileceklerinin aynısıdır, yani: 1. Muhteşem Avrupa’ya girmek istiyorum; 2. Putin karanlık bir despottur. Ama bunu söylemekle fazla bir şey söylemiş olmazlar, bunda Ukrayna ile, halkının gerçek yaşamı ve düşünceleri vb. ile hiçbir tarihsel bağlantı yoktur. Tek söyledikleri, başkalarının onlardan duymak istedikleri şeydir, ancak Avrupa —ki küreselleşmiş kapitalizmin yerel kurumsal dolayımından başka bir şey değildir— ile Putin —ki hiç demokratik olmadığı söylenir, ama zaten o demokratik olmak istemez, derdi değildir— arasındaki zor, uyumsuz ilişkiler içindeki rollerini oynarlar. Senaryosu çoktan yazılmış bir tiyatrodur bu.

Şunu söyleyebiliriz: ilan edişin çağımızdaki uğrağı kamusal bir meydanı ele geçirmektir. Her zaman böyle değil. İlan edişin kamusal bir binanın kuşatılması, geniş bir protesto yürüyüşü, vb. olduğu haller de var. Ama önemli bir süredir popüler kolektivitenin tarihsel biçimi bir meydanın uzun süre işgal edilmesi oldu (Tahrir Meydanı, Taksim Meydanı, Maidan Meydanı…). Ve bu işgaller kendi belirli zamanlarını kurmaktalar; zaman ve mekan derinden birleşmekte, Parsifal‘deki gibi: ‘zaman burada mekan olur’. İşgali yapan bizlerin kendi amacımızı söylemek zorunda olmamamıza izin veren bir zamandır bu. Bir gösteri olsa başlar ve biter, bir ayaklanma olsa ya başarır ya yenilir, vesaire. Bir kamusal meydanı işgal ettiğinizde ise, olacağı bilmeniz mutlaka gerekli değildir: belki çok uzun bir zaman sürebilecektir. Sanki her şey, şehirdeki açık bir mekanın ele geçirilmesinden oluşan yeni bir ilan ediş biçiminin, en azından ilan ediş imkanının yeni bir biçiminin doğmuş olduğuna işaret etmekte. Bunun mutlak bir şehir egemenliği devrinde yaşıyor olmamızla oldukça yakından bağıntılı olduğunu düşünüyorum. Köylü isyanları, uzun yürüyüşler vesaire yok. Hakim kolektif varoluş şekli şehirler, yoksul ülkelerde bile bu böyle, canavarsal megapoller biçiminde. Şehrin işgal edilmesi, merkezi şehir meydanının, şehrin kalbinin işgal edildiği kısıtlı biçimi içinde, ilan ediş imkanının yoğunlaşmış biçimi oluyor giderek —ve kimse bunu icat etmedi; tarihsel bir yaratım bu. Öte yandan bu ancak —ve bu nokta üzerinde ısrar edeceğim— ilan edişin biçimsel, arayıcı, bulanık koşuludur. Meydanda yapılan negatif bir ilandır. Meydanda yürüyen insanlar, ortak bir şey söyleyecek olduklarında ‘Mübarek istifa!’ veya ‘Bin Ali dışarı!’ veya Ukrayna’da ‘bu hükümeti artık istemiyoruz!’ diye bağırmaktalar.

O zaman verili bir alanda yeni bir tür kolektif pozitiflik bulunuyor, büyük şehirlerin merkezi meydanlarının işgal edilmesi, ve bunun en belirgin dayanağı aslında bizzat bu süresi uzatılmış örgütlenme, çünkü halkın birliğinin mühürlendiği yer burası (meydanda uzun süre kalabilmek için yiyecekleri, tuvaletleri örgütlemek lazım, vesaire). Fakat, basitçe söylersek, ilan kendi saf negatif biçiminin ötesine gitmemekte, çünkü meydanı işgal eden bileşim, modernite-gelenek ekseninde bölünmüş.

Mısır bunun kanonik örneği oldu. Bildiğiniz gibi, tarihsel düşmanlık nedeniyle Mübarek’ten kurtulmak isteyen kesim —Müslüman Kardeşler— ile, Batı için belirli bir arzu besledikleri için, dinsel ya da askeri hiçbir baskı istemedikleri ve ‘Avrupalı özgürlükler’ olarak fetişleştirilmiş belli başlı bir dizi özgürlüğü istedikleri için Mübarek’ten kurtulmak isteyenler arasında özgün, pozitif hiçbir birlik yoktu.

Bu gibi hallerde olan şey nedir? İlanın sonucu bütünüyle güvencesizdir çünkü burada elimizdeki ancak bir yarım ilandır. Dar anlamda negatif bir ilan eğer muzaffer olacaksa onu ilan edenlerin mutlak birliğini önvarsaymalı. İşte bu, söylemeden geçmeyelim, Lenin’in büyük fikriydi. Demir disiplin olmadan başarılı olamayacaktık, çünkü pozitif örgütlü bir birliğimiz yoksa, negatif birlik kısa sürede parçalanmaya, bölünmeye ve dağınıklaşmaya başlayacaktı. Buradaki konumuz Leninizm değil, ama Maidan Meydanı’nda veya sözünü ettiğimiz diğer meydanlarda ‘artık … istemiyoruz’ diye ilan etmenin basit bildirisinin ötesine geçildiğinde tamir edilmez bölünmelere düşüldüğünü kolayca görebiliriz. Şu anda Ukrayna’da yaşanan tam olarak budur. Bir yanda Batı için belirli bir arzuyla hareket eden demokrat ve liberaller var (bizdeki basının genelde ‘Ukraynalılar’ dedikleri), öte yanda çok farklı insanlar, Ukraynalı ayrılıkçı tarihsel geleneğin silahlı darbe grupları olarak örgütlenmiş, az ya da çok açıklıkla —ama şüphesiz— faşist dünya görüşü taşıyan insanlar var. Avrupa’yı savunduklarını söylemekten memnunlar, onları Ruslardan kurtarmaları koşuluyla; kendi geleceklerini hiç de ‘Avrupalı özgürlük’ terimleriyle görmeyen eski tip Ukraynalı milliyetçilerden oluşan mutlak olarak kimliksel bir öğe bu. Sorun şu ki, kasaba meydanı eylemciliğinin bakış açısıyla, hakim olan onların kuvvetleri; geri kalan herkes pek iyi insanlar olabilirler ama gerçekte büyük ölçüde örgütsüzler (ve bir ölçüde örgütlü olsalar bile bu seçimde oy kazanmaya dönük).

Son olarak, şunu söyleyebiliriz: şehir meydanı bileşimlerinin ilanlar gerçekleştirdikleri bütün bu çağdaş durumlarda, işin içinde iki değil üç taraf bulunmakta. Bir tarafta kurulu devlet gücünü oluşturan hükümetler, kurumsal yetkililer, partiler, ordu kesimleri, polis vb. ve genelde bir de yabancı partner bulunuyor: örneğin, onlarca yıldır Mübarek’in yabancı partneri Birleşik Devletler’di ve doğruyu söylemek gerekirse bir bütün olarak Batı’ydı. Sonra meydandaki ortak negatif ilanda birleşen bir değil, iki diğer kuvvet bulunmakta: kimliksel bir öğe (Müslüman Kardeşler, Ukraynalı milliyetçiler) ve ‘demokratlar’, yani Batılı modernite arzusundan esin alanlar. Demek ki, bir gelenek-modernite kutuplaşmamız var, tabi modernite bugün küreselleşmiş kapitalizm himayesi altındaki modernite olarak anlaşılmalı, çünkü başka herhangi bir yolla temsil edilmemekte, hele ki bu temsil kazanç sağlayıcı değilse. Bu üç taraflı çarpışma, bu duruma sonluluk dayatılmadığı sürece, iki taraflı bir çarpışmaya indirgenemez.

Mısır’ın tarihinin tamamı üzerine düşünmeliyiz, ki büyüleyici bir tarihtir bu. Mısır’da da üç taraflı bir çarpışma var: ilk olarak Mübarek, Mısır askeri aygıtı ve onun müşterileri ve himaye ağları, ve Tahrir Meydanı’ndaki iki öğe: bir yanda Batılı kapitalist moderniteye doğru çekilen bileşen, öbür yanda tekil bir geleneksel kuvveti temsil eden Müslüman Kardeşler —ve söylemek gerekir ki oldukça fazlaydılar. Birlikleri negatif bir birlikti (‘Mübarek istifa!’) ama ne zaman ki bir şeylerin açıldığını gördüler, bir şey önermek zorunda kaldılar. Bu şey seçimler oldu. Seçimler, birlikleri saf negatif olan iki öğe arasındaki ilişkiye arabuluculuk yapılan maket bir sahne sağladı. Ve ne oldu?.. Müslüman Kardeşler seçimleri kolaylıkla kazandı ve Batılı, demokratik, eğitimli öğe temizlendi. Mısırlı küçük burjuvazi Mısır halk kitlesine olan bağlantısının gerçekten ince olduğunu keşfetti. Haklı bir öfkeyle, hiçbir şey için isyan etmemiş gibi, Mısır toplumunun bu modernleştirici kesimi yeniden sokaklara çıktı: son Haziran gösterilerinde yeniden ayaklandı ama bu sefer tek başınaydı. Ve tek başına pek de bir kıymeti yoktu. Bu yüzden gelmekte olan müdahaleyi olumlu karşıladı. Kimin müdahalesini?.. Ordunun müdahalesini. Küçük burjuva sorumsuzluk —kaba dilimi affedin— bu olağandışı olguyu üretti: birkaç ay önce ‘Mübarek istifa!’ diye bağıran aynı insanlar şimdi ‘Mübarek dön!’ diye bağırıyordu. İsmi değişmişti, El-Sisi’ydi, ama tam olarak aynı şeydi: Mübarek rejiminin ikinci dönemi. Oldukça çarpıcı operasyonlara bizzat girişerek işe başladı diyebiliriz: büyük çoğunluğun seçtiği bir hükümetin bütün personelini hapise doldurarak (bu dönemde basın darbeden demekten çekindi çünkü anlarsınız ya hapse atılanlar Müslüman Kardeşler ise hakiki bir darbe değildi bu…) ve protesto eden partizanları vurarak. Ordu endişesizce kalabalıklara ateş açtı, Paris Komünü’nün ezilmesi örneğindeki gibi; düşünün, Batılı gözlemcilere göre bir günde 1,200 insan öldürülmekteydi. Sonlulukla-ıslah-etme Mısır’daki durum için olağandışıydı çünkü son tahlilde bir döngüselliği temsil etmekteydi: üç yanlı kavga döngüsel bir süreçti. Ayaklanan eğitimli küçük burjuvazi ve Müslüman Kardeşler’in kitlesel tabanı arasındaki çelişki öyle oldu ki sonunda galip gelen üçüncü taraf oldu.

Burada neyin iş başında olduğunu görebilirsiniz: varolan despot hükümet karşısında gerçek bir gelecek var mıdır, artık bunca yıldır bildiğimiz biçimiyle, yani negatif birleşmiş çok parçalı hatta çelişkili bir hareket biçiminde bir ilan ediş var mıdır? Baştan her şeyi önceden kurulmuş bir sonluluğa indirgemeye, —bu soruyu basitçe kendimize sorarsak— son tahlilde her şeyi demokratlar ve diktatörler arasındaki tarihsel mücadeleye indirgemeye devam edilebilir mi? Hele ki bazıları diktatörlerin geri dönmesinden —nasıl desem— o kadar da endişeli olmamaktan memnunsa, Mısır’da olduğu gibi.

Tarihin, bir yaratımın icadının —yani, özgün bir sonsuzlukla donanmış bir şeyin— ortaya çıkması için, ilan edişin yeni bir biçimi bulunmalı, entelektüeller ve kitlelerin geniş kesimi arasında bir ittifak kurulabilmelidir. Bu yeni ittifak kamusal meydanlarda mevcut değildi. Bütün mesele küreselleşmiş kapitalizmden başka bir modernite icat etmektir ve bunu da yeni bir politika yoluyla yapmaktır. Bu farklı modernitenin ilk izlerine sahip olmadığımız sürece, elde kalan, bugün gördüğümüz şeyler olacaktır, yani, döngülere kapılıp giden negatif birlikler, propagandanın bakış açısından, iyiye karşı kötünün mücadelesi fikrinin tekrar edilmesi, gerçek durumun karikatürü olan terimlerle ifade edilmesi…

Bu üç taraflı çarpışma yanlışlanmıştır çünkü ‘modernite’ terimi çoktan ele geçirilmiştir. Tüketim ve Batılı demokratik rejim anlamında ‘özlem’i çerçeveler, yani bugün olduğu haliyle hakim düzene entegre olma özlemini. Nihayetinde ‘Batı’ küreselleşmiş kapitalizmin hegemonyasının kibarlaştırılmış ismidir. Eğer buna entegre olmak istiyorsanız doğrusu bu size kalmıştır fakat kabul etmek gerekir ki bu ne bir icatır, ne yeni bir özgürlük ne de başka bir şeydir. Başka bir şey istiyorsanız, anti-kapitalist olmak, kendini bir soyutlama ile temellendirmek yetmez; küreselleşmiş kapitalizmin himayesi altında olmayan bir yaşama biçimini icat edip önermek gerekir. Bu daha çözülmesine yeni başlanmış olan fevkalade belirgin bir görevdir. Klasik Marksizm kendisinin kapitalist modernitenin tarihsel olarak meşru varisi olduğuna hakikaten inanıyordu. Bu kapitalist modernitenin barbarlığa gittiğini veya zaten barbarlık olduğunu iyi görmüştü ama bu barbarlığın genel içsel hareketinin bir uygarlık mirası bırakacağına, bunun da devrimcilere kalacağına inanmıştı. Meseleye bu şekilde yaklaşmak oldukça hatalıdır. Kapitalist modernitenin yıkımdan başka hiçbir miras bırakmayan bir modernite olduğunu düşünmek gayet mümkündür. Benim bakış açım ise — nereye gidiyor? Bu bayrak altında yürüyen insanlar gerçekte, bilmeseler de, örgütlü bir nihilizm özlemi içindeler. Freud’un sözünü ettiği ‘uygarlığın huzursuzluğu’ Marksistlerin anlayabildiğinden çok daha derindi. Uygarlığın mucizevi meyvelerinin dağılımı, bölüşümü ya da erişimi meselesinden ibaret değildi; ne de bir eğitim meselesiydi (Tolstoy veya Victor Hugo gibi insanların uygarlığı ve yeniden icadını herkese sağladıkları için eğitimin evrenselleştirilmesi olduklarına dair büyük fikirler) — geçtiğimiz yüzyılın sonuna kadar güçlü kalan fikirlerdi bunlar.

Görünüşe göre bütün bu girişim kendisine ait simgesele dokunan bir yeniliğe gereksinim duymakta: yani uygarlık için yeni parametrelerin icat edilmesine. Kalabalıkların yürüdüğü meydanlarda gördüğüm buydu. Şimdiki bir zaman yenik sayılır — kalabalık kendini ilan etmezse. Belki kalabalığın kendini ilan etmek istediği aşamadayız, yani iyimser olarak ‘tarihin yeniden uyanışı’ olarak adlandırdığım şey. Fakat bu ilan ediş faydalanabileceği simgesel kaynaklara sahip değil. Politik olarak mesele yeterince açık: kapitalist modernite eğitimli nüfus kesiminin (şehirli küçük burjuvazi, orta sınıflar, vb.) nüfusun esas kitlesinden derinlemesine kopmuş kalması için her çeşit aracın kullanılmasını bir anlamda önvarsaymaktadır. Bu amaca hizmet eden propaganda mekanizmalarını tespit edebiliriz ve söylemem gerekir ki ‘laikçilik’ bunlardan birisidir. Politika bu mekanizmaların aşılmasından, ötelerine geçilmesinden oluşur. Eski jargonu kullanırsak bu entelektüellerin kitlelerle olan bağıdır. Yani yalnızca kendileri için değil, dönüşmüş bir modernite adına başkaları için de talep edebilme kapasiteleridir, protestocuların meydanda ne yaptıklarını söyleyebilme kapasiteleri, mevcut tekellerine sığınıp hasım tarafın seçim veya şiddet yoluyla idareyi ele almasına izin vermeme, hatta onları birleştiren negatif etkinlik üzerinde bile yetki kazanmasına izin vermeme kapasiteleridir. Mısır bu noktaya ilişkin evrensel bir ders veriyor, ve Ukrayna da aynı şeyi görecektir, alacağı biçimlerin bilgisine henüz sahip değilsem de.

Belirli tarihsel durumlara uygulanan indirgeyici propaganda işlemlerini ‘sonluluk’, sonluluğun açılmasını ise ‘sonsuzlaştırma’ diye adlandırmak lazım —yani ilanın parametrelerinin nihayet bir araya geldiği, kesin olarak ‘Mübarek istifa!’ diyebildiğin, ama aynı zamanda başka bir şeyi de ilan edebildiğin an. Peki bu başka şey ne?.. Ne olursa olsun Batıya dönük bir arzu değil —deliği tıkayacak olan şey bu değil. Özsel tarihsel bir taşma noktasını yaşamaktayız, ondokuzuncu yüzyılda böyle bir an olmuştu, insanların yadsımadan emin olup onaylayıcı karşılığından emin olamadıkları zamanlarda. Ve bu boşluk içinde eski dünya yeniden göründü çünkü halihazırda orada bulunması onun lehindeydi.

Fransızcası.
İngilizcesi David Broder.
Türkçesi Işık Barış Fidaner.

3 Yorum

Filed under çeviri