Sapkın Kılavuz İdeoloji: İkinci Toplantı

(22 Nisan 2024, ilk toplantı, belgesel, sorular, döküm)

İkinci Fikir Teatisi‘ne hoşgeldiniz. Nekropsi grubundan “Harf Devrimi” şarkısını dinledik [*]. Sapkın Kılavuz İdeoloji sorularına devam etmeden önce ilk toplantıda havada kalan konuyla giriş yapacağım. Konuşma metnime ve linklere Yersiz Şeyler sitesinden ulaşabilirsiniz.

Sıfırıncı soru: Žižekçilik nedir?

2000’lerde Žižek ünlüydü ve birçok insana ilham veriyordu. Ben de 2007’de düzenli bir Žižek okuru oldum. Fakat Žižek Ünlem filminde bizzat söylediği gibi, onu meşhur etmek aslında uzun vadede sesini kısmak içindi: Onu ünlemek onu önlemek içindi. Hayali bir Žižek kurgulayıp gerçek Žižek’i perdelemek entelektüel camianın kolektif narsisistik eğlencesi oldu. O dönem Žižek’in söyleminden beslenerek palazlanan yazarlar müteakip süreçte Žižek’i ‘aştıklarını’ zannederek çeşitli duraklarda Žižek treninden indiler. Bu bozunum sürecini nihayete erdiren turnusol sınaması da geçen yıl yaşandı: Hamas ve İsrail’in savaş başlattığı günlerde Žižek Frankfurt konuşmasında ‘Analiz Yasağı’nın önlenemez yükselişini hem beyan etti hem de aldığı reaksiyonla delilini toplamış oldu. Alman gazeteler düşünce yasağı ‘Denkverbot’a benzeterek buna ‘Analyseverbot’ dediler.

Konuşmayı karşılayan analiz düşmanı eleştiriler Žižek’in uyarısını teyit etti: Filistin cephesine yanaşanlar Hamas’ı kınamasını mazeret göstererek Žižek’in analizini dışladı, İsrail cephesine yanaşanlarsa Filistin halkını gündeme getirdiği için Žižek’in analizini dışladı. [1] [2] [3] [4] [5] [6] Sonuçta 2000’lerde Žižek’in ismini kullanarak kendine kürsü açmış insanlar 2020’lerde Žižek’e burun kıvıran alaycı güruha karışıp silindiler. Ben bu akımın istisna noktasında duruyorum çünkü uydurulmuş Žižek imajını benimsemeyip gerçek Žižek’i takip ettim. Şimdi soruya kendi cevabımı vereyim: Žižekçilik nedir? Žižek’e Nam-ı Pir işlevi kazandırmaktır. Bu konuda Yersiz Şeyler‘den üç yazıya link veriyorum: [1] [2] [3]. Ayrıca Yersiz Şeyler okurlarının haberleşebilmesi için Görce Discord daveti atıyorum: [*]. Şimdi belgesele dönelim.

Bu toplantıların amacı Žižek’in Sapkın Kılavuz İdeoloji belgeselinde açtığı konular etrafında düşünsel bir bağlam oluşturmaktır. Bunun için 23 tane soru hazırladım ve bunları 4 gruba ayırdım (5+6+6+6). Bu toplantıda ikinci gruptaki altı soruyu belgesele atıfla birer birer sorup cevaplayacağım, sonra da katılımcılar söz alacak.

Birinci soru: Psikanaliz ideolojiye nasıl yaklaşır?

Marksizm ilk başta ‘ideoloji eleştirisi’ydi, Alman İdeolojisi sınıf tahakkümünü pekiştiren ‘yanlış bilinç’ üzerineydi. Sonradan Marksizmin kendisi de ‘ideoloji’ sayılınca bir yanda ‘burjuva ideoloji’, öbür yanda ‘proleter ideoloji’den bahsedilir oldu. Herhangi bir dava adına bayrak açmak ‘ideoloji’ oldu ve Soğuk Savaş’ta Doğu, Batı ve Üçüncü Dünya arasına keskin sınırlar çekildiği düşünüldü.

Psikanalize göreyse ideolojiye gömülmek için hayaller kurup arzular edinmek yeterlidir, bir örgüte katılmak veya Falancı-Filancı olmak gerekmez. Marksistlerin ‘yanlış/fol bilinç’ dediği aldatıcı unsura psikanalizde ‘fantazi’ veya ‘düşlem’ denir. Karmaşık dünyayı basitleştirerek kolaya kaçan her ‘dünya görüşü’ ideolojidir ama dünyadaki çelişkileri perdeleyen düşlemler aracılığıyla hep-zaten ideolojiye gömülü kalırsınız, reklamcılık da bunu teşvik eder. Žižek’ten aktarıyorum: “Psikanalitik yaklaşıma göre fantazi esasen bir yalandır. Ama fantaziden ibaret olmak, gerçek olmamak anlamında değil. Belli bir ayırıyı, tutarsızlığı perdelemesi anlamında fantazi yalandır. İşleriniz karıştıysa, onları bilebilmeniz mümkün değilse, fantaziye tutunmak kolayınıza gelir.”

Fantazinin en yalın hali bir Ego inşa edip çevreden destek istemektir: Hayali bir platform veya kürsüye çıkarsınız, o balkondan çevrenize tespitler dağıtarak veya gülücük saçarak veya BİZ adına duygular dışavurarak insanların size katılmasını vaaz ve vaat edersiniz; seçimdeki adaylar gibi, yaralara merhem olma, mağdurları kurtarma iddiası olursunuz, sosyal medya da bu iş için biçilmiş kaftandır, gerçi Ego inşası mekanikleştikçe insanlar robotlaşır ve sosyal medya çoraklaşır. Žižek’ten devam: “Fantazinin olağan hali bir sahne inşa etmenizdir, sizi arzulanan şeye kavuşturan bir sahne değil ama kendinizi başkalarınca arzulanır saydığınız bir sahne… Görev her zaman kurban sayılan kişiyi kurtarmaktır.”

İkinci soru: Büyük Öteki nasıl bir varlık veya yokluktur?

BİZ zamiriyle ‘Büyük Öteki’ne atıf yapmanın kusursuz bir örneği olarak Asım Bezirci’nin Bertolt Brecht’ten çevirdiği bir şiire bakalım: “Nedir parti? / Bir telefon mu, arka odalarda çalan? / Kimdir parti? / Düşüncesi gizli, kararları bilinmez biri mi? / Parti biziz. / Sen, ben, hepimiz. / Parti senin içinde, kardeş, / Parti kafandaki düşünce. / Sen nerde oturursan orası onun evi. / Nerde sana saldırırlarsa odur karşı koyan orda.” [*]

Her politik parti, sempatizanları açısından ‘Büyük Öteki’ rolü oynar. Bunun iki yönü vardır. Birinci yön yetkili ağbi ve ablaların ‘arka odalarda çalan telefonlarla’ mühim kararlara imza atarak parti kapsamında yürüyen çalışmaların tümünü anlamlı kıldıkları inancıdır. Brecht ve Bezirci’nin vurgu kaydırdığı ikinci yön ise parti nezdinde zevahiri kurtarma gereksinimidir, mesela yetkili ağbi ve ablalar odaya girince hemen ciddileşmek, üstünü başını düzeltmek, çay kahve getirmek, elini kolunu nereye koyacağını bilmek, dil uzatma kurallarına uymak, hatta ‘gerekirse’ canını feda etmek gibi.

Žižek’ten aktarıyorum: “Peki nedir bu ‘Büyük Öteki’? Her ideolojik söylemin temel öğesidir. Birbiriyle çelişen iki yönü vardır. Bir yandan elbette ‘Büyük Öteki’ işlerin gizli düzenidir, mesela ilahi akıldır, kaderdir vesaire, yazgıları denetleyen şeydir. Ama ‘Büyük Öteki’nin bu yönü, yani sözcülerine anlam güvencesi sağlaması, pek ilginç sayılmaz… ‘Büyük Öteki’nin asıl ilginç yönü zevahir düzeni olmasıdır. Yasaklanan birçok şeyin yasaklanmış olmaktan öte ‘Büyük Öteki’ nezdinde yoksayılması gerekir… İşte ‘Büyük Öteki’nin işlevi budur. İstikrar için bir ‘Büyük Öteki’ figürüne gerek duyulur ve onun nezdinde zevahir kurtarılır…”

Fakat zevahiri kurtarmak, travmatik bir nüveyi bastırmayı gerektirir; inkar edilen gerçek, ikrar edilemeyen gerçek, ürkünç ve trajikomiktir, ölüm ve cinselliğin bir bileşimidir. İşte bu nedenle Bosna’da savaşta tecavüz edilen kadınlar gerçek bir muhatap aradıklarında ‘Büyük Öteki’nin buhar olup uçtuğunu görmüşlerdi. Žižek’ten devam: “Onları dinleyecek kimse yoktu aslında. Böylece Jacques Lacan’ın şu iddiasını teyit ettiler: ‘Büyük Öteki’ yoktur. Sanal/görcül bir ‘Büyük Öteki’ olabilir ama ona hiçbirşey itiraf edilemez. Veya ‘Gerçek Öteki’ olabilir ama o da görcül alana erişemez. İnsan tek başınadır.”

Üçüncü soru: Fantazi neyi niye perdeler?

‘Büyük Öteki’nin çöktüğü noktada ‘kadınları simgesel düzene katamamak’ meselesi gündeme gelir: Simgesel düzen açısından kadın hiçbir tasnife sığmaz, bayan hanım değildir, hatun kız değildir, ne üstündür ne aşağıdır, yürüyen bir çelişkidir, her an yeniden yorumlanmak isteyen bir semptomdur. Marksistlerin ‘kadın sorunu’ dediği konuya her Feminizm başka bir yaklaşım getirse de her halükarda kadının ‘kurtarılması gereken kurban’ gibi gözükmesinin erkeğin saldırgan intiharvari eylemlerine yol açabildiği vakidir. Taksici filmi bunun alegorisidir. Kadın cinayetlerinde de benzeri dinamikler işler.

Žižek’ten aktarıyorum: “Görev her zaman kurban sayılan kişiyi kurtarmaktır. Ama kahramanın şiddetini asıl güdüleyen etmen kurbanın kurban olmayabileceğinden duyduğu derin şüphedir. Kurban fiilen sapkınca bir tarzda kendi kurbansı halinden zevkleniyor, ona katılıyor olabilir. Öyle ki, en yalın ifadeyle kurtarılmak istemiyordur, buna direnir… Böyle güç kırıcı bir açmazın sonucu ancak bir şiddet patlaması olabilir. Sahiden de filmin sonuna doğru Travis’in çılgınca katliam yaptığı görülür. Pezevenkleri öldürür, genç kızın etrafındaki herkesi öldürür. Şiddet soyut bir şiddetten fazlasıdır. Gerçeğe acımasızca müdahale ederek belli bir acziyeti perdeleme girişimidir, diyelim ki ‘bilişsel harita’ eksikliğini perdeleme girişimidir. Ne olup bittiğine dair net bir tablo yoktur: Neredeyiz?”

Dördüncü soru: Gerçeğin Ataleti nedir?

‘Eylemsizlik’ veya ‘atalet’ denince genelde durağanlık, hantallık anlaşılır. Oysa fizik biliminde ‘atalet kanunu’ veya ‘eylemsizlik kanunu’ her cismin kendi sabit hızıyla kendi yoluna devam edeceğini bildirir: İvmelenmiyorsa ve frenlenmiyorsa yani dış müdahale yoksa; duran cisim aynen durur, giden cisim aynen gider. Hiç istifini bozmadan yürüyüşünü sürdürür. Bir kelime oyunuyla buna ‘asalet kanunu’ da denebilir, veya şöyle: ‘eylemsizseniz, eylem sizsiniz!’ Materyalizmin idealizmden farkı maddenin asaletine tutunmasıdır. [*] Geçmişten gelen her hareket şimdiki zamanda maddi izler bırakmaktadır. İzi kalan şeyler, yararlı işlevlere sığmayan şeylerdir, maneviyatın soğuramadığı maddelerdir, yerli yerine oturtulamayan, yersiz şeylerdir (sitemin ismi de buradan geliyor). Farklı gelecek ihtimallerine açılan ‘belki’ pencereleri, ideolojik düşlemlerin perdesi çekildiği zaman, ancak bu maddi kalıntılar aracılığıyla açık tutulabilir.

Žižek’ten aktarıyorum: “Alman filozof Walter Benjamin çok derin bir söz sarfetmişti. Dedi ki insanların tarih tecrübesi, tarihsel varlıklar olarak anlam kazanmaları, faal ve angaje olduklarında, hareketli olduklarında değil, ancak bu kalıntıyı gördüklerinde olur. Kültürden artakalan atıkların doğayla iç içe geçtiği o noktada tarihin anlamı sezilmeye başlar. Efsaneyim gibi kıyamet sonrası filmlerde uyanan selamet hissinin kaynağı da budur belki. İnsan yerleşimleri yerle bir olmuştur, fabrikalar boşalmıştır, makinalar bozulmuştur, dükkanlar boşalmıştır. İşte o anda yaşanan deneyime verilecek psikanalitik isim ‘Gerçeğin Ataleti’ olurdu, yani anlam ötesi dilsiz mevcudiyet. İşte tam burası gibi, Mojave çölündeki uçaklarla karşılaşmak gibi özel anlarda belki de sahici bir edilgen deneyim şansı belirir. Belki de bu sanata özgü sahici edilgenlik anı olmayınca yeni şeyler ortaya çıkamıyordur. Belki yeni şeylerin ortaya çıkması ancak düşüş yoluyla, yani hayatın mevcut ağlarında olağan işleyişlerin askıya alınması yoluyla mümkün oluyordur. Bugün en çok gerek duyulan da budur belki.”

Beşinci soru: Sinizm/alaycılık ile ironi/dalgacılık neye göre ayırt edilir?

Alay etmek de dalga geçmek de ciddiyeti parantez içine alır ama ikisi aynı statüde değildir. Mesela okulda öğrenciler köşeye sıkıştırdıkları zayıf çocukla alay ederler, ama dersten sıkılınca öğretmenleriyle dalga geçerler. [1] [2] [3] [4] ‘Alay’ kelimesi ‘ordu birliği’ anlamından ‘tacizkar kalabalık’ anlamına kaymıştır ve mobbing bildirir. Alaycılık sinizmdir, fırsatçılıktır. Günah keçisi seçmek de mağduriyet devşirmek de alaycılığa dahildir; ayıpçıl imalarla başlar, yaftalarla devam eder ve linçe kadar yolu vardır. Mesela birine önce ‘şuna bak egzantrik tipmiş anlayamadım’ dersiniz, sonra ‘manyak mıdır nedir sağı solu belli değil’ dersiniz, en sonunda da ‘hiç işim olmaz, ne hali varsa görsün, al benden de o kadar’ diye kestirip atarsınız. Tam Metal Ceket filmi bunun alegorisidir. Dalga geçmek ise bilakis sinir bozan yaşantıları işleyip hazmetmek için gereklidir, psikanalizde buna ‘negatif aktarımı çözündürmek’ denir. Kuantumda dalga parçacığın öbür yüzüdür, dalga geçilen parçacık yokolmaz, şekil değiştirir. Dalga ironidir, espridir.

Žižek’ten aktarıyorum: “Genelde askeri disiplinin hiç düşünmeden emirleri yerine getirmek olduğu düşünülür. Kurallara itaat etmektir. Düşünmezsin, vazifeni yaparsın. O kadar basit değildir. Öyle yapsak makina olurduk. Bir şeyler daha gerekir. Bu fazlalık iki temel biçim alabilir. İlk biçim iyi huyludur, dalgacı bir mesafedir. En iyi örneği de ünlü film ve TV dizisi M.A.S.H.‘tir; filmde askeri doktorlar cinsel kaçamaklar yapar, sürekli şakalar yapar. Kimileri Robert Altman’ın M.A.S.H. filmini askeriye karşıtı bir hiciv eseri bile sandı ama öyle değildi. Sakın unutmayın ki bu oyunbaz şakacı askerler amirleriyle dalga geçseler bile askerliklerini kusursuzca ifa ettiler. Vazifelerini yerine getirdiler… Çok daha uğursuz olan ikinci biçim ise düz askeri disiplinin müstehçen eklentisidir. Amerikalı denizcileri anlatan filmlerde hep bu müstehçenliğin bilindik cisimleşmesi olan yürüyüş şarkıları vardır. O şarkılarda saçmalıklar müstehçen/ayıpçıl hale gelir. Bunlar askeri disiplini sarsmaz, onunla dalga geçmez. Aksine onun en dahili bileşenidir. Bu ayıpçıl eklentiyi çekip alırsanız askeri makina işleyemez, durur.”

Altıncı soru: Ayıpçıl/müstehçen libidinal rüşvet ne demektir?

Tanıtım yapan satıcıların tadımlık eşantiyon lokmalar dağıtması olağandır ama dağıttıkları şey bağımlılık yapan bir uyuşturucu olsaydı hiç de masumane olmazdı. Libidinal rüşvet, insanları yürürlükte kalan kimi fantazilere bağlayarak onların davranışlarını şartlandıran herhangi bir ‘kurnazca hediye’dir, Yeşilçam deyimiyle ‘göster ama elletme’ denen şeydir. Her ideoloji, angajman, etkileşim, katılım, sadakat gibi önkoşullarla insanlara çeşitli haz kırıntıları sunar. Eğer o bağlayıcı öğeleri bitiştikleri ideolojilerden koparabilirseniz ‘ayıpçıl rüşvet’ vasfından soyunurlar ve böylece alaycılık kapsamından çıkar ve dalgacılık kapsamına girerler. Klasik ideolojiler parçalanırken bütün libidinal rüşvetler kapitalist ortak havuzda toplanmıştı, çağımızda ise bu unsurların ya Alaycı-Doğrucu kompleksler halinde yoğuştukları ya da Yapay Zeka evreninde serbestçe dalgalandıkları görülür. Bu sonuncuya örnek olarak Yapay Zeka araçlarıyla ürettiğim retrofütüristik radyo programı Nümerik Esintiler‘i dinlemenizi öneririm: [*]

Žižek’ten aktarıyorum: “Nazi ideolojisini oluşturan asgari öğeler Rammstein konserlerinde sahnelendiği zaman yalınlaşır, libidinal yatırım öğelerine indirgenir. Keyfiyet yoğuştuğu zaman, asgari tiklerde, jestlerde yoğuştuğu zaman ideolojik anlamlardan koparılmış olur. Rammstein’in becerdiği iş bu öğeleri Nazi söyleminden kurtarmaktır. Böylece onların ideoloji öncesi hallerinin tadını çıkarabilirsiniz. Nazilerle savaşmanın etkili yolu Nazilerin anlam ufkunu askıya alarak bu öğelerin tadını çıkarmaktır, ne kadar saçma olurlarsa olsunlar. Bu yolla Naziliği içten çökertmiş olursunuz. Peki ideoloji bunları ne yapar? İdeoloji öncesi öğeleri nasıl söylemine katar? Bu öğeler aslında rüşvet gibidir. İdeolojinin söylemine çağırdığı insanlara yaptığı ödemelerdir. Bunlar yalın libidinal rüşvetler olabilir, keyfiyeti yoğuşturan tiklerden oluşabilir. Veya söylemsel aleni öğeler de olabilir, dayanışma, kolektif disiplin gibi kavramlar, yazgı adına mücadele gibi şeyler olabilir. Bunlar kendi başlarına yüzergezer öğelerdir, farklı ideolojik sahalara girip çıkabilirler.”

Bugünkü sorular bitti, şimdi size söz vereceğiz, lütfen toplantı konusunu dağıtmamaya özen gösterelim.

6 Yorum

Filed under toplantı