Eryazgı (predestination) — Slavoj Žižek

Birinci ölüm: Biyolojinin gerektirdiği ölüm.
İkinci ölüm: Öznenin huzur içinde ölmesi (yası tutulması), hesaplarının görülmesi, hatırasına dadanan simgesel borçların kapatılması.

İkinci ölüm mefhumuyla Wagner’in şu iddiasını yerli yerine oturtabiliriz: Kendi çöküşüne gönüllü olan Wotan trajedinin doruğuna varmıştır:

İnsanlık tarihinden öğrenmemiz gereken sadece budur: Kaçınılmaz olana gönüllü olmak ve bizzat onu yerine getirmek.

devr2

“Ey Yoldaşlar! İki gün sonra Marx retrodan çıkınca Kışlık Sarayı basıyoruz!”

Wagner’in bu isabetli formülü harfiyen okunmalıdır, getirdiği saçmantıkla (paradoks) birlikte: Eğer bir şey kendi içinde kaçınılmazsa, ona fiilen gönüllü olmamız ve onu gerçekleştirmeye çalışmamız neden gereksin ki?

Bu saçmantık simgesel düzenin merkezindedir ve imkansız bir şeyi (mesela ensesti) yasaklama saçmantığının öbür yüzüdür, bunu Wittgenstein’ın ünlü sözünde bile buluruz: “Konuşulamayanlar hakkında susmalı” – eğer o konuda bir şey söylemek her halükarda imkansızsa neden gereksiz yere üstüne bir de yasak konuyor ki? Konuşulamayanlar hakkında yine de bir şey söylenebileceğinden korkulması, zorunlu olanın yine de biz ittirmezsek olmayabileceğinden korkulması ile benzeşiktir.

Bunların beyhude mantık oyunları olmadığının nihai kanıtı varoluşsal eryazgı halidir (predestination): kapitalizmin başlangıcında olağanüstü faaliyet patlamasının dayandığı ideolojik atıf noktası Protestan eryazgı mefhumuydu. Sağduyu şöyle diyebilir: Eğer herşey önceden kararlaşmışsa neden uğraşayım ki? Kapitalizmin başlangıcında ise tam da kaderlerinin çoktan mühürlenmiş olduğunun farkında olmak özneleri hararetli bir faaliyete sevk ediyordu. Stalinizm’de de aynısı olur: toplumsal üretkenlik çabasının en yoğun seferberliği öznelerin kaçınılmaz tarihsel zorunluluğu yerine getirdiklerinin farkında olmalarına dayanıyordu…

Brecht “öğrenme oyunlarında” bu hale dokunaklı bir ifade vermiştir, özellikle de Jasager‘de kaderine (yar’a atılacaktır) özgürce razı gelmesi istenen genç [yar-atılış]. Öğretmeni ona izah eder: Kurbana kaderine razı olup olmadığını sormak adettendir ama kurbanın evet demesi de adettendir… Bu örnekler hiç de istisnai değil: Herhangi bir topluma ait olmak, öznenin ona ister istemez dayatılacak bir şeyi (hepimiz ülkemizi, anababamızı sevmeliyiz, vb.) özgürce kucaklamasının emredildiği saçmantıklı bir an içerir.

Bizim derdimizse bütün bu saçmantıkların ancak simgeleşme uzamında gerçekleşebileceğidir: Kaçınılmaz olanı özgürce kucaklama lüzumunu anlamsız bir totolojiye indirgenmekten alıkoyan ayırı/çatlak ancak bir olayın dolaysız ham gerçekliği ile onun simgesel ağa nakşedilmesini sonsuza dek ayıran çatlak olabilir – dayatılan bir vaziyeti özgürce kucaklamanızın tek anlamı bu vaziyeti kendi simgesel evreninizle kaynaştırmanızdır. Bu kesin anlamda, insanın kendi ölümüne özgürce gönüllü olması aynı zamanda simgesel düzeyde de insanın ölümüyle hesaplaşmaya hazır olduğuna işaret eder, yani simgesel ölümsüzlük serabını terk ettiğine işaret eder.

Operanın İkinci Ölümü’nden

Türkçesi: Işık Barış Fidaner

Resim, Ilya Repin’in Devrimci Toplantı (1883) eserinden “détournement”.

ç.n. eryazgının er kısmı hem “er ya da geç”teki erken/önceden anlamında (post karşıtı pre) hem de eriştiği herkesi kendi yazgısına gebe bırakan bir er-Tanrı anlamında.

Bkz “Üst-belirlenim (super-determinism)”, “Üst-belirlenim yolu” John Stewart Bell, “Ben bir kek miyim? Keksen çık karşıma!” Slavoj Žižek, “Brecht ve Yar-atılış: Eski Köye Yeni Adet” Erika Hughes

13 Yorum

Filed under çeviri, resim