İnandığı varsayılan özne — Slavoj Žižek

İnandığı varsayılan özne ile bildiği varsayılan özne simetrik değildir, çünkü inanç ve bilgi simetrik değildir: Simgesel kurum olarak (Lacancı) büyük Ötekinin en radikal statüsü inançtır (güven), bilgi değil; çünkü inanç simgeseldir, bilgi gerçektir (büyük Öteki temel bir ‘güven’ verir ve ona dayanır). İnançta hep asgari bir ‘düşünüm’ vardır, ‘bir başkasının inandığına inanmaktır’ (‘Hâlâ Komünizme inanıyorum’ demek ‘Hâlâ Komünizme inanan insanlar olduğuna inanıyorum’ demektir), bilginin ise bir başkasının bilmesiyle alakası yoktur. Bu nedenle başkası aracılığıyla inanabilirim ama başkası aracılığıyla bilemem. Yani: inancın doğasındaki düşünümden dolayı bir başkası benim yerime inandığı zaman ben onun aracılığıyla inanmış olurum; bilgide bu düşünüm yoktur – başkasının bildiğini varsayınca ben onun aracılığıyla bilmiş olmam.

Ünlü bir antropoloji anekdotuna göre ‘batıl inançları’ olduğu söylenen ‘ilkel’ler bu konu onlara dolaysızca sorulduğu zaman ‘İşte kimileri inanıyor…’ diye cevaplayarak inançları derhal ötelemişlerdir, bir başkasına aktarmışlardır. Biz de aynısını çocuklarımıza yaparız: Noel Baba ritüellerini sahneliyorsak çocuklarımız inanıyor (öyle varsayıyoruz) diyedir, onların umudu kırılmasın diyedir.

Alaycı veya namussuz bir politikacının birdenbire namuslu bir adam olması efsanesinde de aynı mazerete başvurulmaz mı? – ‘Ona [veya bana] inananların [efsanevi ‘sıradan vatandaşın’] umudunu kıramam’. Dahası bu ‘gerçekten inanan’ başkalarını bulma gereksinimi bizi Ötekileri (dinci veya ırkçı) ‘köktendinci’ diye damgalamaya sevk etmiyor mu?

İnancın işleyiş tarzı tekinsizdir, hep ‘uzaktan inanma’ kılığında işler adeta: İnancın işlemesi için mutlaka nihai bir kefil olmalıdır, ama bu kefil hep ötelenir, kaydırılır, hiç şahsen karşımıza çıkmaz. O halde inanç nasıl mümkün olur? Ötelenen inançların kısır döngüsü nasıl kırılacak?

Asıl konu şudur ki inanç işleyecek diye doğrudan inanan bir öznenin varolmasına gerek duyulmaz: Onu varsaymanız yeter, yani varlığına inanmanız yeter – ya yaşadığımız gerçekliğe dahil olmayan efsanevi bir kurucu figür kılığında ya da gayrişahsi ‘insanlar inanır, inanılır işte’ kılığında.

Bu bağlamda sakınılacak önemli bir hata, şeylerde cisimleşen inancın, şeylere ötelenmiş inancın aslında dolaysız insani inancın şeyleşmiş bir hali olduğunu iddia eden ‘hümanist’ mefhumdur; buna göre vazifemiz ‘şeyleşmenin’ yaratımını fenomenolojik anlamda yeniden teşkil ederek ilk baştaki insani inancın nasıl nesnelere aktarıldığını sergilemektir… Böylesi fenomenolojik yaratım girişimlerinden korunması gereken paradoks, ötelemenin başlatıcı ve kurucu olduğudur: ‘toplumsal şeylerde’ cisimleşen inancı atfetmek üzere ‘hani bunun ilk sahibi’ diyebileceğimiz dolaysızca mevcut bir canlı öznellik yoktur.

Düşlemler Salgını’ndan

Türkçesi: Işık Barış Fidaner

6 Yorum

Filed under çeviri