Siyaset ve Politika: At ile Eşeğin İmkansız Hemşehriliği — Işık Barış Fidaner

Adsız

Politikanın Türkçesinin siyaset olduğu varsayılır ama iki kavram farklıdır. Etimolojilerine bakılırsa politika yurttaşlık ve hemşehrilikle ilgilidir; siyaset ise seyislikle ilgilidir, yani at yahut eşek bakıcılığı ile ilgilidir.

Bu bilginin uyandırdığı ilk düşünce şöyledir: Başta Batı dünyası olmak üzere muasır ve gelişmiş medeniyetler politika ile yönetilirler, yani oradaki yönetimler özgür yurttaşların beraberce razı oldukları bir mutabakata dayanan Toplumsal Sözleşme’ye (Rousseau) tabidir. Dolayısıyla o ülkelerde vatandaş olmak daha anlamlı ve daha değerlidir, neoliberal hamle sosyal devleti epey törpülemiş de olsa oradaki yurttaşlar en azından insan muamelesi görürler.

Bizim gibi geri kalmış veya “gelişmekte olan” Ortadoğu ülkelerinde ise bu anlamda politikanın p’sine bile rastlanmaz. Siyaset, temel eksiklik olan politikanın bıraktığı boşluğu doldurmaya çalışan kalitesiz bir ikamedir. Bizde insan muamelesi görmek yerine Ağalara kul köle olmak, yük hayvanı gibi ömür boyu onların yükünü sırtında taşımak vardır. “Coğrafya kaderdir” sözü bu anlama gelir. Bu coğrafyanın insanları yurttaş olarak haklarına sahip çıkmak için gereken mücadeleyi vererek Toplumsal Sözleşme’yi tatbik edememişlerdir. Dolayısıyla ne toplum olabilmişlerdir, ne de birey olabilmişlerdir. Bunların hepsini yukarıdaki “ilk uyanan düşünce” parantezinde söyledim.

Bu düşünceye göre: Politikayla uğraşan birisi, insan ve yurttaş olarak bireysel ve toplumsal haklarını savunabilir. Siyasetle uğraşan birinin verdiği mücadele ise, sırtındaki yükü atamadığı ölçüde, “eşek değil at olduğunu” ispatlama gayretini aşamaz. Atın eşekten üstün olması atasözlerde sık sık geçen ve kültürümüze derinden nüfuz etmiş bir konudur. Eşek “uşak”ı duyurur, at ise “Ağayı sırtından at!” hayalini uyandırır. İnsanlara insafsızca yük üstüne yük bindiren Ağanın zaman zaman merhamet edip yükleri hafifletmesi, siyasetin sağcı yüzüdür. Ağa karşısında “bir silkindim mi kendini yerde bulursun (eşek değilim herhalde, atım)” düşüncesiyle gururlanıp avunmak da siyasetin öbür (solcu) yüzüdür. Hem sağcı hem solcu siyaset politikanın dışında kalır, çünkü politika insanların yurttaş ve hemşehri olmasından kaynaklanan haklarıyla ilgilidir.

Bu düşünceler filmlerinde eşeklerle dost olmaktan çekinmeyen Kemal Sunal’ın unutulmaz bir repliğini akla getirir. Sendikalı işçilere daha yüksek ücret verildiğini gören Harranlı işçi kendi kendine söylenir: “Patron da Sendikalı herhal, hemşerisini koriy!” [1]

Bu sahnede Harranlı işçinin “Doğulu” olmasına rağmen diğer işçilerden daha “Batılı”, uygar ve muasır olduğu görülür, zira Harranlı işçi konuya siyaset yerine politika açısından bakmaktadır. Yani patronun yükünü taşıyarak onun “eşeği olduğu” için şikayet etmez, “eşek olmama, at olma” düşüncesiyle övünüp avunmaz, emeğinin gerçek kıymetini kabul ettirmek için Ağayı sırtından atma hayalleri kurmaz. Oysa sendikalı olmak tam da bu siyasi övüntü ve avuntularla ilgilidir, hemşehrilikle ilgili değildir. Kemal Sunal’ın karakteri ise “siyasete bulaşmadığı” halde (veya o ölçüde) politikayı icra eder: Hemşehriliği esas alır ve eşeklerle dostluk kurmaktan çekinmez.

Bu noktada “uygar ve gelişmiş Batı” ile “geri kalmış ve gelişememiş Doğu” arasında ilk başta kurduğumuz karşıtlığın boşa düştüğünü görürüz. Çünkü Marx’ın dediği gibi, özgür yurttaşların Toplumsal Sözleşme’ye dayanarak pazarda alışveriş etme serbestliği, kapitalizmin dünyaya egemen olduğu şartlarda asıl niyetlediği amaçtan sapar ve işçinin emek-gücünü patrona satma “özgürlüğüne” indirgenir; siyasi terimlerle ifade edersek, sermaye alemin Ağası olur ve insanın politik özgürlüğü Ağa’yı sırtına bindirme “özgürlüğüne” indirgenir. İşçiler hayatta kalabilmek için özgür insanlıktan geri adım atmak, sermayenin yük hayvanı olmaya razı gelmek, yani “kendilerini kullandırmak” zorunda kalırlar [2]. Böylece işgücü (workforce) sermayenin beygiri (workhorse) olur ve Batılı politika Doğulu siyasete indirgenir. Neoliberalizmin neofeodalizme dönüşmesi budur.

Sonuç olarak, Doğulu ilkel siyaseti geride bırakıp Batılı muasır politik idealler yoluyla özgürlük peşinde koşmak ne kadar anlamsızsa, Batılı politikanın gösterişçi ve sahte özgürlüklerini toptan reddedip Doğulu siyasetin organik ülkülerine tutunmak da bir o kadar anlamsızdır. Politika hemşehrilik idealiyle at ve eşeği yan yana getirse de siyaset (hem sağcı hem solcu) her zaman atı eşekten üstün tutacaktır [3]. Siyaset ve politika arasındaki çelişkili diyalektik, at ile eşeğin imkansız hemşehriliği olarak özetlenebilir.

Işık Barış Fidaner doktoralı (Boğaziçi Üniversitesi) bir bilgisayar bilimcidir. Yersiz Şeyler‘in Admini, Žižekian Analysis’in Editörü, Görce Yazıları‘nın Küratörüdür. Twitter: @BarisFidaner

Notlar:

[1] Bkz “Patron da sendikalı herhal” Kemal Sunal (1978) Kibar Feyzo.

[2] Bkz “Emek-gücünün Sapkın Çekirdeği: Kendini Kullandırmak”

[3] Sağcı siyaset eşek olarak kullandığı insanları aslında at olduklarına inandırarak memnun eder. Solcu siyaset aynı insanlara “eşek olmayın!” der ama at olma idealini aşamaz (Marksist jargonda “ekonomik talepleri” aşıp “politik taleplere” gelemez). “Ne sağcıyım ne solcu, futbolcuyum futbolcu” diyenlerse kimin at kimin eşek olduğunun kurallı bir müsabaka ile belirlenebileceğine inanmak isterler. Bu hayali müsabaka Kemal Sunal’ın Uyanık Gazeteci (1988) filminin sonundaki yağlı güreş ile sahnelenmiştir. Müsabaka tam başlayacakken Barış adlı bir çocuk kaybolduğu için ertelenir. Sonra “Barış!” diye seslenen insanları hedef alan çok sayıda keskin nişancının çevreye konuşlanmış olduğunu görürüz. Bu sahne toplumsal barışmanın (reconciliation) müsabaka ile olmayacağının ifadesidir. Genel seçimler ve yerel seçimler de müsabaka oldukları ölçüde bu filmdeki yağlı güreşle aynı kategoriye girerler. 

Politikaya siyaset karıştırmayın! (tşk)

4 Yorum

Filed under şey