Azar Azar Arzula(la)tan İdealizme Karşı Fırıl Fırıl Dön-Dür(tüley)en Maddecilik — Slavoj Žižek

Derridacı yapısökümcü Lacan okuması şöyle der:

[sahneleme başladı]

Simgesel düzene girdiğimiz anda simge-öncesi Gerçeğin dolaysızlığını ilelebet kaybederiz, zira asıl arzu nesnemiz (‘anne!’) imkansız ve erişilmez olmuştur. Gerçeklikte karşımıza çıkan her pozitif nesne olsa olsa bu kayıp kökenin bir ikamesidir artık, tam da dil olgusuyla erişilmez kılınmış bu ensestli Ding’in bir ikamesidir – ‘simgesel iğdiş’ işte böyledir. Böylece insanın dil-yoluyla-varoluşu indirgenemez ve teşkil edici bir eksiklikle işaretlenmiş olur. İçine daldığımız işaretler evreni Şey’i edinmemizi ebediyen önlemektedir. Sözde ‘dış gerçeklik’ bizzaten ‘dil gibi yapılanmıştır’ yani oradaki anlamlar hep-zaten gerçeklik algımızı yapılandıran simgesel çerçeve tarafından aşırı-belirlenmiştir (overdetermined). Yasaklayan babanın (‘Babanın-Adı’) simgesel failliği olsa olsa simgesel düzen olgusuyla tözdeş imkansızlığı kişileştiriyordur, onu bedenlendiriyordur – ‘konuşan her kimse keyfiyet ona yasaklanmıştır’.

Kayıp Şey’i ona asla isabet edemeyen simgesel suretlerden ebediyen ayıran bu ayırı/çatlak, arzu etiğinin sınırlarını çizer: ‘arzundan taviz verme’ sözü ancak şu anlama gelebilir: Şey’in hiçbir ikamesine katlanma ve arzunun ayırısını/çatlağını açık tut. Simgeleşmenin öncü/teşkil edici yarasını iyileştirmeyi vaat eden hayali tuzaklara günlük yaşantımızda sürekli düşeriz; Tam cinsel ilişkiyi mümkün kılacak Kadın böyledir, tam gerçek topluluğu oluşturacak totaliter politik ideal de böyledir. Arzu etiğinin temel düsturu ise arzunun kendisinden ibarettir: Arzuyu tatminsiz haliyle [azar azar] sürdürmek gerekir. Eksikliğin kahramanlığıdır bu bir anlamda: Psikanalitik devada amaç öznenin kendini teşkil eden eksikliği kahramanca üstlenmesini sağlamaktır; arzuyu körükleyen bölünmeye dayanmasını sağlamaktır [azma/arzulama vs. azarlama/ar-zulalama]. Bu çıkmazdan kurtaran üretken yollardan biri yüceltim imkanıdır: Ampirik, pozitif bir nesneyi seçip ‘Şey’in haysiyetine yükseltmek’tir, imkansız Şey’i ona temsil ettirmektir [onda cisimleştirmektir]. Bu yolla Şey’in ölümcül girdabına kapılmadan arzunuza sadık kalırsınız. Lacan’ın bu (yanlış) okunması yüzünden kimi Alman filozoflar Antigone’nin arzusuna tutunmasını olumsuz bir tavır saymışlardır, yani yüceltimi becerilemeyen Şey’in ölümcül saplantısının intihara sürükleyen yar’ında yitip gitmenin örnek vakası saymışlardır – oysa Lacan Antigone’yi zaten psikanalitik ‘arzundan taviz verme’ etiğinin örnek vakası olarak sunmamış mıydı?

[sahneleme bitti]

İlk bakışta bu Lacan okuması pek ikna edici gözükür ve ‘tabi muhakkak!’ dedirtir – oysa Lacancı kavramların modern yapısalcı ve/ya varoluşçu ‘teşkil edici eksiklik’ gibi felsefem’lere (philosopheme) biraz fazla kolayca tercüme edilmesi kuşku uyandırmalıdır. Amiyane tabirle bu okuma Lacan’ın ‘idealist’ çarpıtmasıdır. ‘İdealist’ arzu ve teşkil edici eksiklik sorunsalının karşısına çıkarılması gereken, ‘maddeci’ dürtülerin Gerçeği sorunsalıdır. Yani Lacan’a göre ‘Gerçek’ Kantçı tarzda saf olumsuz bir kategori değildir, kendi ötesine dair ser verip sır vermeyen bir sınırın adı değildir. Dürtünün Gerçeği, bilakis, arzunun failliğidir [“fallik seni!”], arzuyu [fellik fellik] ‘dürten/sürdüren kuvvet’tir. Simgesel-öncesi ‘libido’ anlamında dürtülerin bu ‘etkin’ (saf olumsuz olmayan) [ettirgen] statüsü Lacan’ı ‘lamel’ efsanesini geliştirmeye itmişti. Bu efsanede Lacan –kavramsal formüller yerine efsanevi bir anlatıyla– ‘gerçek yaratılış’ı [yar-atılış] tatbik eder, yani simgeleşme öncesinde, simgesel düzen henüz belirmeden önce olan biteni tatbik eder.

Yalnız bu dediklerim size dürtü Gerçeğinin tam tözlü bir ontolojik statüye sahip olduğunu ve formel-simgesel yapılanmaların bu pozitif tözle dolgulandığını düşündürmesin. İlginçtir Lacan’ın dürtü mefhumunu ele alışı Einstein’ın genel izafiyet teorisinde yerçekimini ele alışına benzer. Einstein yerçekimini geometriye indirgeyerek ‘tözsüzleştirdi’: Yerçekimi uzayı ‘büken, buran, düren’ tözlü bir kuvvet değildir; yerçekimi uzaydaki eğriliğin [bükülmenin, burulmanın, dürülmenin] adıdır. Benzer şekilde Lacan da dürtüleri ‘tözsüzleştirdi’: Dürtü pozitif öncü bir kuvvet değildir; dürtü saf geometrik, topolojik bir olgudur, arzuların barındığı uzamdaki eğriliğin [dürülmenin] adıdır, yani şu paradoksun [saçmantığın] adıdır: Nesneyi edindiren yol doğrudan nesneye doğru gitmek değildir (nesneyi ıskalamanın en emin yolu budur), onun etrafında ‘fırıl fırıl dönmek’tir. Nesnenin doğrudan tüketimiyle tatmin olabilen doğal içgüdünün bu saf topolojik ‘bozunumu’ [sicimleşmesi: yük → sel → yüksel] dürtüdür işte.

Gerçeği Sorgulamak’tan

Türkçesi: Işık Barış Fidaner

— An ne?
Bu ne yaman çelişki.

— Fır ansa?
Peki ya Fır ansa ne yapacağız?

— Fır andır!
Böyle buyurdu Fıran.

— Fıran’sız kaldım.
Hani benim Fıranlarım? Gelin hepinizi Fıran ekleyeyim!

— Fıran-şıp diye Fıran-sona düştüm.
Son Fıran iyi firar!

Fırıldama vs. fırlatma: “Aslan aslamdır”; ayrıca bkz “Tözne/Cevherzat: özgür, özür, zaten, bizzat”, “İnkârcı Katlanma ve İkrar Zarı: Baş-kası, Ar-kası, Hır-kası (2)”, “Inception ve Ontoanaliz: Başlandırı’daki topaç Ötekinin eksikliğidir”, “Yerçekçi Olalım: Uçmak Düştüğünü Unutmaktır”, “Dürtüsel Ettirgenlik (se faire)”“Bileşen Dürtü (partial drive)” Laplanche, Pontalis, “Bilişsel İşçi ve Terhane İşçisi: İki Yakayı Bir Araya Getiren Sermaye” Slavoj Žižek, “Atalet sürünür” Massive Attack, “Şey’in haysiyeti” Slavoj Žižek, “Dürtüsel montaj” Jacques Lacan, “Brecht ve Yar-atılış: Eski Köye Yeni Adet” Erika Hughes, “Kuklalar Patronu” Metallica, “Edinilmezyum (unobtainium)”, “An ne isterse” Rammstein, “Yerçek” Rammstein

“Fallik seni!” deyimi için mugwort’a teşekkürler.

“az ar!” imza: nazar

11 Yorum

Filed under çeviri