‘Erkeklik Krizi’ Genel Yetkilenme Krizinin Tezahürüdür — Işık Barış Fidaner

“Erkeklik krizi var mı yok mu?” sorusuna hem olumlu yanıt verenlere hem de olumsuz yanıt verenlere Nasreddin Hoca’nın kadılık fıkrasındaki gibi “Sen de haklısın!” diyebiliriz. Hoca’nın “İlahi Hoca Efendi hiç ikisi birden haklı olur mu?” diyen karısı da haklıdır. Çünkü erkeklik krizi hem vardır hem yoktur.

‘Erkeklik krizi’ kavramının atıf yaptığı krizin gerçekliği inkar edilemez, ama bu kavram aldatıcı bir görüntüdür. ‘Erkeklik krizi’ şeklinde tezahür eden gerçek ‘sıkıntı’, genel bir yetkilenme krizidir [1]. Yetkilenme krizi, hem erkeklere hem de kadınlara aittir, tüm insanların başına gelmektedir. Krizin en büyük tezahürü belgesiz kalan göçmen nüfustur; ‘yurttaş hakları’ ile ‘insan hakları’ arasındaki uçurumdur. Yurttaş olabilenlerin başına gelen neoliberal güvencesizleşme ve prekerleşme aynı krizin bir diğer tezahürüdür [2]. Genel yetkilenme krizinin ‘erkeklik krizi’ görünümüne bürünmesinin sebebi ise mevcut toplumsal cinsiyet rejiminin yetkilenme rolünü ‘doğal olarak’ erkeklere tayin etmesidir [3].

Yetkilenme krizi özünde dilin izafiyeti ile ilgilidir. Ünlü dilbilimci Ferdinand de Saussure, dildeki kelimelerin imledikleri kavramlarla mutlak bir şekilde eşleşmediğini, ‘arbitrary’ yani ‘keyfi’ bir şekilde eşleştiğini söylemişti: Aynı kavrama İngilizcede ‘tree’, Türkçede ‘ağaç’, Kürtçede ‘dar’ denir; ve bunun bir kuralı yoktur, ‘ağaç’ kavramı başka bir dilde herhangi bir kelime ile karşılanabilir. Psikanalist Jacques Lacan ise dildeki imleyenlerde gözlenen bu keyfiliğin asla ‘rastgelelik’ anlamına gelmediğini ısrarla vurgulamıştır [4]. Ona göre bu ilişkiyi belirleyen bir töz vardır; o bu töze ‘keyfiyet’ (jouissance) adını verir. Keyfiyet, psikanalizin kurucusu Sigmund Freud’un ortaya çıkardığı bilinçdışı arzular üzerindeki belirleyici etmeni adlandırır.

Dildeki keyfiyet, ‘kullandığımız’ kelimelere bilinçli irademiz yoluyla hakim olmamıza engeldir. Buna göre denebilir ki biz kelimeleri ‘kullanmayız’, kelimeler bizi ‘kullanır’:

İmleyenin yer değiştirmesi, öznelerin eylem, yazgı, reddediş, körlük, başarı ve kaderlerini belirler; bütün bunları belirlerken ne kalıtsal özellik ve öğretimlerini, ne de karakter ve cinsiyetlerini umursar. (Jacques Lacan, Écrits)

İnsan dili konuşmaz, dil insanı konuşturur. Bu yüzden insanlar sadece yabancı dillere hakim olamamakla kalmazlar, kendi anadillerine bile hakim değillerdir. Yetkilenme her zaman dilsel performanslara dayandığı için konuşulan dile hakim olamamak her zaman yetkilenme krizi anlamına gelir. İnsanlar dilbilgisi kuralları veya politik doğruculuk gibi araçlar geliştirerek genel yetkilenme krizini kontrol altına almaya çalışırlar ama bu çabalar krize çözüm getiremez.

Yetkilenme krizinin ‘erkeklik krizi’ şeklinde tezahür etmesini en iyi ifade eden kavram ‘eril kimlik taslama’dır (masculine imposture) [5]. Toplumsal cinsiyet rejiminin erkeklere tayin ettiği rol, dilsel performanslar yoluyla yetkilenmektir. Fakat yukarıda dediğimiz gibi, imleyenlerin işlevini belirleyen keyfiyet tözüne bilinçli irade ile hakim olunamaz. Dildeki izafiyet budur; pratikte birinin söylediği bir sözü bir başkasının farklı yorumlaması veya ‘yanlış anlaması’nda bu izafiyeti buluruz. Bu yüzden eril performans ile erkek kimliğinin üstlenilmesine ‘taslama’ deriz.

Taslamanın paradigması erkeklik taslamadır ama bununla sınırlı kalmaz; dil yoluyla herhangi bir tikel kimliğin üstlenilmesi her zaman ‘taslama’dır, çünkü dilde her zaman kontrol dışı izafiyet ve keyfiyet etmeni bulunur. Akademik kimlikler üstlenen insanların yaşadığı ‘taslama sendromu’ (imposter syndrome) adıyla bilinen olgu, bu gerçeği yansıtır. Kimlik taslama yoluyla tikel bir ‘öz’e tutunulması aslında özcülüktür. Bunun çoğunlukla kadınların başvurduğu bir alternatifi, dişil kılık değiştirme (feminine masquerade) stratejisi adıyla bilinir. Eril kimlik taslama stratejisinin tikel ‘öz’lere tutunmasına karşılık, dişil kılık değiştirme stratejisi eksikliğin evrenselliğine tutunur [6]. Gündelik gerçeklik tikel ‘öz’lerden müteşekkildir; hakikat ise bu ‘öz’lerin yokluğuna ve eksikliğine işaret eder. Bu yüzden erillik ile dişillik, gerçeklik ile hakikat (sahilik) şeklinde ilişkilenir [7].

Yetkilenme krizinin hakikati, gündelik gerçekliğin kimlik taslamadan ibaret olduğunun ifşa edilmesidir. Ama bu hakikatin ifşa edilmesi yetkilenme krizini çözmez, aksine derinleştirir. Ne yazık ki bu yolla krizi derinleştirmek devrimci bir çözüme de yol açmaz, suçlayıcı Üstben’in kısır döngüsü ile sonuçlanır. Esas çözüm, onarım arzusu ile bozunum arzusunu ayırt ederek gerçek iradenin teşkil edilmesi ile mümkündür [8].

(İngilizcesi)

Işık Barış Fidaner doktoralı (Boğaziçi Üniversitesi) bir bilgisayar bilimcidir. Yersiz Şeyler‘in Admini, Žižekian Analysis’in Editörü, Görce Yazıları‘nın Küratörüdür. Twitter: @BarisFidaner

Notlar:

[1] Bkz “Dark’ta Yetkilenme Krizi”, “Koronavirüs Krizi”

[2] Bkz “Fütursuz Çağa Karşı Sütur”

[3] Bkz “Fallus’un Katedilmesi”, “Fallus’un Saçmantığı”

[4] Bkz “Signifier Neden Gösteren Değil İmleyen Olarak Çevrilmeli”

[5] Bkz “Eril kimlik taslama (imposture) ile dişil kılık değiştirme (masquerade)” Jennifer Friedlander

[6] Bu karşıtlığın siyasi yorumu için bkz Todd McGowan (2020) Evrensellik ve Kimlik Siyaseti.

[7] Bkz “Eril ile Dişil: Sahilik, Gerçeklik ve Suretler”; ayrıca bkz “Çevirmenler, True’ya Doğru demeyelim, Sahi diyelim” (Fidaner, Ayanoğlu)

[8] Bkz “Onarım Arzusu ile Bozunum Arzusu”

Bu yazının konusunu açan Zeynep Nur Ayanoğlu’na teşekkürler.

11 Yorum

Filed under şey