istatistiksel hipotez testinin ideolojik anlamı

devletlerin “bilgi toplumu” yönündeki gelişmelere karşı dönmesi, aslında küresel sermayenin de buna karşı dönmesi dikkat çekici.

bu da terimin kulağa geldiği kadar steril olmadığını, olamadığını gösteriyor..

“bilgi güçtür” denen, sahip olunan “bilgi” ile topluma yayılma arasında bir çelişki var: “güç toplumu”

“bilgi paylaşımdır” dersek belki “paylaşım toplumu” mümkün olabilir..

***

bilgi kendi başına bir özne. “bilgi toplumu” toplum=bilgi=ortak irade demek.

“enformasyon toplumu” deyince ise “who is being informed?” sorusu ortaya çıkıyor, çünkü enformasyon bir nesne.

böylece toplum=enformasyon=”zenginlik”e “sahip” olacak, onu “denetleyecek” toplum-üstü bir özneye yer açılmış oluyor, yani bu söylemi kullanan otoritenin kendisine.

***

enformasyon ve bilgi toplumundan bahsetmiştik. enformasyon nesnedir, bilgi öznedir çünkü kendisi karar verebilir demiştim…. peki “karar verme”nin (“ölçme”nin) bilimsel açıklamasını ideolojiye uygularsak ne buluruz?

şurada anlatılan örneği alalım:

“suç = özne” yapalım, şunları yerine koyalım:

gerçekte masum = iradesi yok
gerçekte suçlu = iradesi var
mahkeme serbest bıraktı = yetki verilmedi, nesne sayıldı
mahkeme suçlu buldu = yetki verildi, özne olarak tanındı

o zaman iki tip doğru karar ve iki tip hata şunlar oluyor:

null hipotez, doğru karar:
iradesi yoktu, yetki de edinemedi. savunulacak bir durumu yok. yetki istemeden önce özne olmalıydı, iradesini ortaya koymalıydı.

type I error:
iradesiz olduğu halde yetkili kılınmış boş bir otorite var. herkes birbirini sorumlu tutuyor, bürokrasinin labirentinde kayboluyoruz.

type II error:
yetkisiz bırakılmış bir özne var. gerçekte varolan iradesi yoksayılıyor, görmezden geliniyor, hakları tanınmıyor. yani kendi çemberin içinde, kafası dışarda.

alternatif hipotez, doğru karar:
iradesi vardı ve yetki edindi. özne olarak gerçekleşti. bunun sonucunda “null hipotez” değişti, yani “yetkisiz” olmanın, normal-doğal olanın anlamı değişti. bu değişim sonucunda iki tip hatanın dağılımı yeniden şekillendi (yeni bürokrasiler ve yeni haksızlıklar doğdu). varsayımları gözden geçirmeli, problemi yeniden formüle etmeliyiz.

***

(burda irade=mevcudiyet, yetki=varlık yaparsak şu yazıyla ve şu yazıyla örtüşüyor. namevcut varlık=type I error, var olmayan mevcudiyet=type II error oluyor)

(“istatistiki belirginlik” olarak “skandal” konusunda şu yazıya bakınız)

***

o zaman “enformasyon toplumu” yaklaşımı, topluma yetki tanımadığı için type II error, toplumun üstüne boş otoriteler bina ettiği için de type I error oluyor. bu hataların ilki o kadar yıkıcı değil, çünkü simgeler düzeyine çıkamıyor. ikincisi ise serseri canavarlar yaratarak simgeleri alt üst ettiği için kriz çıkarıyor, null hipotezi oluşturan varsayımları yerinden ediyor.

bürokrasinin (type I error) geçici bir çözümü tunus ve mısır halkının yaptığı gibi “iradesiz olandan yetki çekmek” olabilir. ama normallik (null hipotez varsayımları) yerinde durduğu sürece haksızlıklar (type II error) görünmeden sürüp gidiyor.

normalliği değişime zorlamak için alternatif hipotezi doğrulamak lazım. bunun için de irade yaratmak, iradeyi büyütmek lazım ki haksızlıklar (type II) görünür hale gelsin. yani önce kafalar çemberin dışına çıkacak.

***

peki toplumsal mahkeme karşısına koyduğumuz bu “irade” birey açısından nedir?

bireysel muhakeme “arzu”dur, irade ise arzunun “gerçek değer”le buluşmasıyla gerçekleşir.

o zaman bireysel kararın dört durumu şunlar:

null hipotez: değer yok, arzu da yok.
type I error: arzu var ama karşılıksız, değer sahte, yani “günah”
type II error: gerçek bir değer karşısında umursamazlık, inançsızlık, yani “inkar”
alternatif hipotez: gerçek bir değere bağlanmak

bürokrasiden kurtulma çabası gibi günahtan kaçınma çabası da (ikisi de type I error) normalliği koruyor (yani null hipotez varsayımlarını).

alternatif hipotezin doğrulanması ancak inkar (type II error) karşısında “gerçek değeri” görünür kılmakla, üretmekle, yani ifade etmek, konuşmakla mümkün. doğru soru sorulup yanıtlanabildiğinde “günah” zaten ortadan kaybolacak. bu da arzunun değerle buluşması, yani iradenin gerçekleşmesi, zamanı yakalaması, ileriye doğru bir adım daha atıp kendi normalliğini-doğallığını yenilemesi demek (ve bunun sonucunda yeni günahlar, yeni inkarlar oluşması kaçınılmaz).

***

(bireysel ve toplumsal düzeydeki hipotez testlerini “ruh” olarak alan şu yazıya, bu ruhun aktığı yatak olarak “değer yargılarından” -yani null hipotezden- bahseden şu yazıya, aynı dere yatağını “pratik ideoloji” olarak anlatan şu yazıya bakınız.)

***

peki iradenin önkoşulu olan bu “gerçek değer” nedir? bir değeri gerçek yapan şey nedir?

basitçe, bireyin normlarına (null hipotezine) alternatif olmasıdır, onun ötesine geçmesidir.

çünkü birey açısından null hipotezin gerçekleşmesi, alternatifsizlik ve arzu duymamak yani ölüm demektir, zamanın sonu demektir. “gerçek değer” yaşamın kendisidir.

yani her gün zamanı yeniden var etmenin, bir adım daha atıp bugünden yarına ulaşmanın tek yolu, her seferinde yeniden, bireysel norma alternatif olabilecek yeni bir “gerçek değer” bulmaktır.

değerler kolektif olduğu için değer üretimi her zaman için şu veya bu kolektif iradenin güçlenip yenilenmesidir.

(kolektif irade bağlantısı olmasa da eleştiri=özeleştiri ile muhafazakarlığa karşı değişimin savunulduğu şu yazıya bakınız.)

irade üretimi hak üretimidir. dolayısıyla “haksızlık” üretimidir de. haksızlık türündeki hataların (type II error) daha yaygın olarak ortaya çıkması ve toplum mahkemesinde görünür kılınmasıdır…

(kolektif iradeyi “yoldaşlık” adıyla savunan şu yazıya bakınız)

***

sonuç:

toplumsal hak için kolektif irade.
kolektif irade için bireysel revizyon.

***

(“suç alette mi” yorumları için önceki yazılara bakınız, mesela şuna ve şuna)

***

suç alette mi? (ahlak // kullanım)

bireysel normaller ve toplumsal doğallığı karşı karşıya koyarsak suç falan bulamayız. ikisi de sabittir.
(iki null hipotez)

suç “alette” mi? (ahlak

bireysel normaller karşısında bürokrasi “suçludur” (ahlakçılık), ama suçu burada ararsak sonsuz bir labirentte kayboluruz.
(null hipotez karşısında type I error)

“suç” “alette” mi? (yasa mübadele)

evet bireydeki günah ve toplumdaki bürokrasi birbirini besler (post-yapısalcılık?). ama bu kapalı bir devredir. iki çıkmaz arasına bağıntı kurmakla kalırız, bir yere varamayız.
(iki taraftaki type I errorler birbirine bağlıdır)

“suç” alette mi? (yasa

bireydeki günah (meta fetişizmi) üzerinde belirleyici olan, toplumsal düzeyde kolektif irade, yani “üretim”dir (marx). ama bu tespit soyut kalır, bize bireysel düzeyde rehberlik edemez. “doğru irade”yi arayan birey kolektif iradenin simgesi olan bayraklara bağımlı kalır. bürokratik boğuşmalardan sıyrılıp iradelere yönelebilse dahi, bireysel arzular düzeyinde durağanlık ve inkardan kurtulamaz. dolayısıyla bireyler birbirleriyle karşı karşıya gelir, düşmanlaşır, rekabet ve kıskançlıkla birbirlerini etkisizleştirirler. iradeler evrenselleşemez, kısmi/tikel olarak kalırlar, dolayısıyla toplumsal normlara olan bağımlılıklarından kurtulamazlar. ayrıca bireysel ve toplumsal çıkmazlar arasında üstte kurduğumuz bağıntı işlevini sürdürür, günah ve bürokrasi birbirini üretir.
(özeldeki type I error, geneldeki type II errore bağlıdır)

suç alette mi? (etik –> üretim)

kolektif iradeyi yani “üretim”i tam anlamıyla gerçekleştirecek olan, bireyin öz-inkardan, kendini nesneleştirmekten kurtarması, sürekli kendini yenileme/revizyonu ve kolektif değer üretimi, yani “etik”tir…. birey olarak bunu rehber edindiğimizde artık nerede, hangi bayrak/çatı altında durduğumuz önemli değildir, “solcu/politik” tartışmalara hiç girmeden, bulunduğumuz yerden üreteceğimiz değerlerle kolektif iradeleri besleyebiliriz.
(geneldeki type II error, özeldeki type II errore bağlıdır)

***

gürültü = nesne, genel ve sabit bir hipotezle özetleyebildiğimiz bağımsız-özdeş arkaplandır (paradigma/ideoloji).
sinyal = özne, her an yeniden hipotez kurmak zorunda kaldığımız değişim-harekettir (politika/taktik).

– null hipotez, sinyal ve gürültünün ortak bir dağılımı, özne ve nesnenin birbirine karıştığı anlık bir fotoğraftır (normallik-doğallık vb).
– type I error, gürültüyü sinyal zannetmek, yani nesneyi özne zannetmek, çürüyüp yok olana bakıp hayal görmektir.
– type II error, sinyali gürültü zannetmek, yani özneyi nesne zannetmek, büyüyüp gelişene karşı duyarsızlaşmaktır.
– alternatif hipotez, sinyali gürültüden ayıran anlık bir model, nesneyle kendini ayıran geçici bir özne kuramı, statükoya-alışkanlığa karşı alınmış bir tavırdır. tavır karşılık bulursa baştaki özne-nesne fotoğrafı yenilenir ve alınacak yeni bir tavır için şartlar gelişir.

type I error’de yer alan boş hayaller (temelsiz otorite veya karşılıksız arzu), kafamızdaki null hipotez fotoğrafından (içselleştirdiğimiz normlardan) kaynaklanan yapısal ama geçici çarpıklıklardır, daha çok kendimizi tanımaya yarayan aynalar gibidir.

alternatif hipotezi geliştirirken ise type II error’e odaklanmak gerekir (yetkisiz bırakılan kolektif irade veya inancını yitiren birey), çünkü gelen sinyal mevcut modeldeki gürültünün içine gizlenmiştir, yani gelmekte olan özne mevcut görüşümüzdeki “nesnel duruma”, sabit görünen arkaplanın içine gizlenmiştir…

sinyal modelin kendisiyse sinyali modellemekle sinyali üretmek aynı şeydir. özne, kendini modelleyen sinyaldir. o zaman özne kuramlamak özne kurmaktır. özne kuramı olmayan nesne kuramı da olmaz, bu yüzden kendi öznesini (evrensel bir komünite) kurmayan bilim de olmaz: bilgi = özne kuramı = özne = bilim.

(bilginin öznel/göreli doğası ve “deşifre etme”nin anlamına dair şu yazıya bakınız.)

(sinyalin özne, öznenin kendini modelleyen sinyal olması, CCC’de sezilmiş ve kongre görevlilerine “signal angel” adı takılmış)

“enformasyon”, bilgideki özneyi görmezden geldiği, gürültü/sinyal ayrımı yapmadığı için durağan bir fotoğraftan, havada uçan bir null hipotezden ibarettir. öngörü yapamaz.

enformasyon üzerinde sağlanacak “denetim” ise kendini null hipotezden bağımsız kılmaya çalışan sahte bir öznedir, saf type I error’dür (soyut evrensellik), ham hayal olarak çarklara kapılıp nesneye dönüşür. attığı her adımda ise kendi “otoritesi” dışındaki her şeyi gürültü sayarak type II error’e dibine kadar batar… gürültü ve sinyali birbirinden ayıramaz… yapabildiği tek şey stabilite ve muhafaza, yani null hipotezi olduğu gibi korumaktır (control theory).

(denetimin imkansızlığına dair şu yazıya bakınız. “istatistik” hakkında söyleneni üstünüze alınmayınız.. bir de şu yazı var.)

bu yüzden enformasyon sahibi denetleyici, her zaman gerçek bilginin (kendini yenileyen özne kuramının = bilimin) öngörüsüne muhtaçtır. mülk sahibi işletmecisine, sistem sahibi operatörüne, patron çalışanlarına, hükümet sivil topluma, bilmek istemeyen bilene muhtaçtır….

***

bu ayrımı belki yazılıma uygularsak daha iyi anlaşılır:

kod = hipotez

null hipotez:
kodun mevcut alışıldık kullanım biçimi.

type I error:
beklenen gerekliliği yerine getirmeyen kod, “bug”ın generate ettiği
exception.

type II error:
kod yazılırken hesaba katılmamış gereklilik, “debug” edilecek esas problem.

alternatif hipotez:
kodda ve kodun geliştirilme sürecinde yapılan güncelleme.

debug ederken genel kural hatalı kodu (type I) tamir edip geçmek değil, koddaki hata üzerine düşünüp, bu hatanın gösterdiği daha genel, yapısal eksikliği, süreçte hesaba katılmamış olan şeyleri (type II) bulup düzeltmektir…

bu yapısal eksiklik, gerekliliklerin tespitinde de yapılmış olabilir, yazılımın üretimi veya iletişim süreçlerinde de olabilir… dolayısıyla buradaki “yapı” hem donanım ve yazılımı, hem de sürece dahil olan insanların “kafalarını”, hatta işin içindeki kurumsal yapıları da içerir. yazılım debug eden kişi her zaman için kendi kafasını da debug etmek, güncellemek zorundadır.

kod ve onu yazan kişi arasındaki kişisel ilişki buradan çıkar. hatta bu anlam örtüşmesi, geliştiricilerin konuşmalarında kod parçalarının (yazan kişiye göre) “kişileştirilmesi” olarak tespit edilebilir: (loglara bakan geliştirici arkadaşına: “ben paketi atmışım, sen almış mısın? ne olmuş?”)

hacker olmanın birinci şartı, type I error’lerle yaşamayı, onları sevmeyi öğrenmektir… çünkü type I error’leri göremezsek type II error’lere ulaşamayız ve hiçbir sorunu çözemeyiz. bu yüzden her yere “assert” konur, oluşması imkansız görünen koşulların bile içinde exception generate edilir.

çünkü hacker bilir ki “küçük, önemsiz” gibi görünen type I error’lerin arkasında her zaman için devasa type II error’ler bulunur…

kodlama her zaman için “bug”ların ışığında ilerler. ne kadar çok bug görebiliyorsak o kadar geniş-yapısal bir anlama erişim sağlarız.

dolayısıyla type I error’ler (buglar, semptomlar) yani anlamını yitirmiş yapılar-biçimler, aynı zamanda hayatın anlamıdır…

***

topluma dönersek… zizek, toplumsal “biçim”leri ısrarla vurguluyor. toplumu içi boşalan, anlamından uzaklaşan biçimler olarak inceliyor, aynı “bug”lar gibi.

yani type I error = bug = semptom, zizek’in dediği “çizgi filmde uçurumda havada asılı kalan, düşmeyen kedi” oluyor. ama semptomu tespit etmek (“aşağıya bakmak”) semptomu çözmüyor… çünkü semptom tek bir parça halinde ortaya çıkmıyor, toplumun her yanına yayılmış ufak tefek çeşit çeşit acayiplikler olarak görünüyor.

(yani zizek bir nevi “sosyal hacker”, ama toplumsal yapılarda gördüğü cins cins bug’ları sayıp dökmekle yetinmek durumunda, çünkü bulunduğu konumdan yapabileceği şey bu… belki bu yüzden zizek’e “sosyal tester” da diyebiliriz) (veya testere? :) “yapıkesim”)

tam anlamıyla “hacker” olabilmek için semptomları (type I) birer delil olarak üst üste biriktirip yapısal düzeyde bir yeniden değerlendirme yapmak (type II) yani “tanı koymak” lazım. işte bu tanının kendisi, “özne olarak bilgi” oluyor… bilgi = özne = bir tanı olarak varolmak (bilginin özne olması, “tecrübe konuşuyor” deyimindeki anlamda).

fakat bu özne, “bilgi akışı”ndaki tıkanıklıklar (iktidar alanları) sonucu parçalanıyor ve birçok farklı parça biçiminde gelişiyor. iktidar, semptomları nitel olarak farklı gruplara ayırdığı için, bu kümelenmelerin ürettiği bilgi-özne’ler de farklı niteliklerin taşıyıcısı oluyor. birinde ulusal sorun, birinde kadın sorunu, birinde sanat, birinde yayınlar, birinde şiddet… vb ön plana çıkıyor. her bir hareketteki söylem ve taban, semptomlardaki kümelenmeyi yansıtıyor.

dışsal olarak (mevcut duruma) bakıldığında bir bayraktarlık ve çatışma var (mikro örnek: tasarımcı ile mühendis anlaşamıyor mesela) ama içsel olarak (potansiyel duruma) bakıldığında bütün bu bilgi-özneler aslında birbirini tamamlıyor.

mesele özetle, bilgi-öznelerin kendilerine içsel, diğer öznelere ise dışsal bakması. kendi kendisinin dert edindiği semptomları bilmesi, ama diğerlerinin dert edindiği semptomları merak etmemesi veya öğrenmekten/anlamaktan caymış olması. dolayısıyla yapısal değerlendirmelerin hep eksik kalması, bütünsel bir “tanı” konamaması, bu öznenin oluşmaması.

dolayısıyla, tasarımcı ile mühendisi, sözelci ile sayısalcıyı, akademik ile pratikçiyi, hukukçu ile üreticiyi, A’lıyla B’liyi, C’ciyle D’ciyi vb. aynı masada aynı amaç etrafında toplamak, “bug” tespitlerini geçip “debug” aşamasına ulaşmak için kesin olarak gerekli bir şey…

***

bu vesileyle, zizek’in istanbul’da yaptığı konuşma vidyoları

***

Işık Barış Fidaner

5 Yorum

Filed under şey